11 Kasım 2007 Pazar

Haseki Hürrem Sultan Hamamı..


22 Temmuz 2007

Sultanahmet Meydanında bir Mimar Sinan eserini de görmek üzere Sultanahmet Camii’nden ayrılıyoruz.
(resim exploreturkiye sitesinden alıntıdır)

Hamam’ı Kanuni Süleyman’ın Rus asıllı eşi Hürrem Sultan (Rokselan) yaptırmıştır. Hürrem Farsça’da “gönül açıcı” anlamına gelir ama bilindiği gibi Hürrem Sultan daha çok açtığı dertlerle tarihte yerini almıştır. Hürrem Sultan’ın hayatı ve dalaveraları pek çok romana malzeme olmuştur, kısaca Hürrem Sultan’ın hayatına göz atmaya ne dersiniz? (Kaynak: Ufuk Gazetesi - Banu Erkmen)

Kanuni Sultan Süleyman Manisa’da şehzade iken Hürrem Sultanı tanıdığında gözdesi Mâhidevrân Sultan’dan oğlu Mustafa doğmuştu. 15-16 yaşlarında iken yanına aldığı Pargalı rum kölesine her gece şiir dinletileri ve eğlenceler düzenleten Kanuni bir taraftan da gelecekteki padişah olarak hocaları tarafından eğitiliyordu. Bu arada velihat-şehzade sarayına satın alınan bir rus köle, haremi birbirina katıyor, yaptığı isyankârlıklarla herkese yaka silkeletiyordu. Bir an geldi ki, duruma artık katlanamayan haremin kethüdası ve haremağası şehzadenin huzuruna çıkıp, cariyenin saraydan atılmasını talep ettiler. Haremde o güne kadar böyle bir olayın görülmemesinden ötürü çok şaşıran şehzade, cariyeyi tanımak için karşısına getirilmesini istedi. Gelen kölenin güzelliği karşısında gözleri kamaşan Kanuni, cariyeden kendisini anlatmasını istedi. Adının Roksalan, Ordodoks bir rus papazının kızı olduğunu, haremde kalıp herkese hizmet etmek yerine, şehzadenin ayakları dibine oturup o’na hizmet etmeyi hep hayal ettiğini kölenin ağzından dinledi. Bu kadar rahat konuşması, muhteşem güzelliği ve munis tavırları ile şehzadeyi etkileyen Roksalan’a huzura çıkışından yarım saat sonra şehzade;-- Bundan böyle senin adın can yakıp yürek tutuştururcasına gülen anlamında Hürrem olsun. Sen artık can yoldaşım, gönül ortağımsın, mutluluğumu da, dertlerimi de, sıkıntılarımı da paylaşan olacaksın. İçimde hep hissettiğim, ama adını koyamadığım hasret meğersem ki senmişsin. Dedi......Ve o andan, ölene dek Roksalan Kanuni’nin önce gözdesi, sonra Haseki Sultanı oldu.

1520 yılında şehzade Süleyman tahta geçtiğinde, Hürrem Sultan için de rakiplerini ortadan kaldırıp, kendi çocuklarını tahta çıkarma mücadelesi başladı. İlk oğlu şehzade Mehmet’in doğumundan 9 ay sonra kızı Mihrimâh doğmuş ama bu arada Kanuni’nin bir başka cariyeden Murat adı verilen bir şehzadesi daha olmuştu. Kendisinden önce Mâhidevrân’dan olan velihat-şehzade Mustafa’da hayattta idi. Onların hayatta olması kendi çocuklarının hiç bir zaman iktidar olamaması demekse, Hürrem ağlarını örmeli, onları ortadan kaldırmalıydı. Önündeki en büyük engellerden biri de körü körüne Sultan’a hizmet eden Pargalı Rum köle (o artık sadrazam olmuştu, adı da Frenk İbrahim paşa olarak tarihe geçmişti) idi. Bir de üstelik Sultan Süleyman kızkardeşini Frenk İbrahim Paşa’ya vererek kendine damat yapmıştı. Gittiği seferlerden başarı ile dönen, aldığı her görevi hakkı ile yerine getiren Paşa’nın gözleri üstünde olduğu sürece hiç bir şey yapamayacağını anlayan Hürrem ilk sıraya onu aldı. İmparatorluk sınırlarını genişletmekten, devleti zenginleştirmekten başka düşüncesi olmayan Sultan Süleyman ise hep seferlerde idi. Şöyle yanında koca diye 2-3 yıl devamlı kalmıyordu ki, plânlarını arka arkaya devreye sokabilsin. Ama özel ulakları sayesinde Kanuni’yi yalnız bırakmıyor, mektup üzerine mektup yazıyordu. Neler yazmıyordu ki.“Ayağınızın bastığı toprağı yüzlerce defa öptükten sonra, benim güneşim ve saadetimin sermâyesi Sultanım.“Eğer siz, bu ayrılık ateşi ile yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap olmuş, gözleri yaşla dolmuş, gecesini gündüzünden ayıramayacak kadar hasret denizinde boğulmuş biçareyi; aşkınızla, Ferhat ve Mecnundan beter olmuş âşık kölenizi sorarsanız, Sultanımdan ayrı olduğumdan beri bülbül misâli âhım ve feryatlarım dinmemiştir. Öyle bir hale düştüm ki, bu hasretin verdiği kahrı ve acıyı, Tanrım düşmanlarıma vermesin. “Benim devletli Sultanım, düşününüz ki bir buçuk aydır sizden bir haber alamamıştım. Allah bilir ki, gündüzden geceye ve geceden gündüze kadar ağlıyordum. Yaşamak haram oldu. Dünya daraldı. Gözlerim kapılarda, sizden gelecek haberi beklerken çok şükür, “fetih ve zafer” haberiniz yetişti. “Tanrı sizi inandırsın ki benim Pâdişahım, Sultanım. Sanki ölmüştüm de, taze can gelip dirildim.Tanrıya şükür olsun gözümün nuru Şâhım, Sultanım.”Haremde üstünlüğü elde etmek yarışında bu mektupları gönderirken bir taraftan da Pâdişaha üst üste dört şehzade daha doğurdu. Abdullah, Selim, Bayezit ve Cihangir. 5 erkek bir kız çocuk sahibi olunca Pâdişah’ı İbrahim Paşa’nın sultanlığını ilân edeceği yalanı ile kandırarak boğdurttu. Makbûl Frenk İbrahim Paşa artık Maktûl Frenk İbrahim Paşa olmuştu. Kızı Mihrimâh’ı da Rüstem Paşa ile evlendirmişti. Rüstem Paşa İran üzerine sefere giderken kendisi ile anlaştı ve yaptıkları plân uyarınca Paşa seferde iken Sultan’a bir mektup yollayarak, mektubunda velihat-şehzade Mustafa’nın geçtiği yerlerde ordu topladığını gördüğünü, padişah babasını hallederek tahta geçme hazırlıkları yaptığını yazdı. Mektubu alan Kanuni hemen sefere çıktı, Konya Ereğlisi’nde Otağ-ı Hümayûn kurdu. Amasyadan oğlunu çağırttı. Her şeyden habersiz gelen bahtsız velihat-şehzade babasının çadırına girdiği zaman cellatlarca karşılandı. Hemen kementle boğularak öldürüldü. Arkadan çadıra giren oğlu, karısı ve yardımcıları tek tek boğuldular. Bütün bunlar olurken Kanuni kadife bir perdenin arkasından cinayetleri izledi. Çadırda bulunan şehzade Cihangir ise korkudan hastalandı ve kısa bir süre sonra öldü. Damadının sadrazamlıktan atılıp yerine Arnavut Kara Ahmet Paşa’nın getirilmesini içine sindiremeyen Hürrem yine Pâdişahı kandırdı, o’nu da boğdurtarak Rüstem Paşayı tekrar sadrazamlığa getirtti. Sırada Mâhidevrân Sultan(bir diğer adı Gülfem idi) vardı. Murat ve Mahmut adlı oğullarının anasını da Hürremin saçtığı nifakların etkisinde kalarak Kanuni yatağında boğdurmaktan çekinmedi.Mutluydu Hürrem, istediği her şeyi elde ediyordu. Koskoca Kanuni Sultan Süleyman’a hükmediyor; istediğine görev verdirtiyor, istemediğini ya azlettiriyor ya da öldürtüyordu. Ama bir gün sancılarla kıvranmaya başladı. Sarayın bütün hekimleri ellerinden geleni yapmasına rağmen sancılar azalmadı bilâkis arttı. Çok sağlıklı iken, her şey yolunda giderken ne olmuştu? Her şeyin belki de farkına varmış olan Kanuni artık onun elinde oyuncak mı olmak istememişti? Yoksa, kendisi gibi başka hırslı ve hınçlı kadınların tuzağına mı düşmüştü? Eceliyle mi öldü bilinmez ama, imparatorluk halkının sağlığında yaptıklarından dolayı çıkardığı dedikoduları örtbas etmek amacı ile bir sürü eser yaptırtıp geriye bırakmıştı.
Çifte hamamda kadın ve erkeklerin ayrı kapılardan girerek kullandıkları bölmeler sonradan Kültür Bakanlığınca onarılarak birbirleri ile bağlantılı hale getirilmiş. Şu an el yapımı halı ve kilimlerin satıldığı bir mağaza olarak kullanılıyor ama içeriyi rahatlıkla gezebilirsiniz.

Burası Mimar Sinan’ın İstanbul’da yaptığı en büyük çifte hamam. Çifte hamamların özelliği hem kadın hem de erkekler için ayrı bölümler içerdiği için haftanın her günü açık olmasıymış, diğerumumi hamalarda ise kadınlar ve erkekler günü farklıdır.

Hamama eskiden erkeklerin girdiği gösterişli kapıdan giriyoruz. Erkekler kısmının girişi, diğer hamamlarda hiç görülmeyen bir mimari uygulanmış, beş birimli bir revakla süslenerek yapıya bir cami girişi havası verilmiştir. Kapıdan girer girmez bizi ortasında ters duran balıklardan oluşan fıskiyesiyle mermer bir havuz karşılıyor.

Burası hamamın “Camekan” ya da “Soğukluk” diye bilinen kısmı. Yıkanmaya gelenlerin üst katlardaki ahşap galerilerde soyunup , peştamalini kuşandığı, çayını yudumladığı yer burası. Buradan sonra “Ilıklık” denilen dikdörtgen planlı bir bölmeye geçiliyor. Buradan da dar bir kapı ile “Sıcaklık” olarak bilinen asıl banyo işlevini gören sekizgen planlı salona geçiyoruz. Sıcaklık’da ortada göbek taşı ve çevrede “kurna başı” denilen kısımlar ve küçük galeriler şeklinde düzenlenen “halvet” denilen yıkanma odaları yer almakta.

Hemen çoğu duvar halı sergisi nedeni ile tamamen kapatılmış, nadiren açıkta kalan kurnaların detayları da gözden kaçmıyor.

Buradan yine dar bir kapı ile eskiden ayrı olan kadınlar bölümüne geçilebilmekte. Erkek bölümünün oda sisteminin aynısı burada mevcut.

Kadınlar "Soğukluk" bölümünün eski hali (resim exploreturkiye sitesinden alıntıdır)

Sıcaklık’da oturup bir zamanlar burada yaşanan cümbüşü hayal edince gülümsememek elde değil. Sırf kız beğenmek için gelen erkek analarının fısıldaşmalarını, saray ve mahalle dedikodularının ballandırıldığını, yeni takı ve giyim kuşamların bir bir gösterildiği, tasların darbuka yapılıp göbek atıldığı anlar geçiyor gözünüzün önünden..

Hamam insanı gerçekten rahatlatıyormuş, baksanıza gezgingiller'e :))

Kadınlar bölümünün Soğukluk kısmında sergilenen el dokuması halı ve kilimlerin haricinde, bu göz nurların nasıl meydana geldiğini gösteren bir de tezgah yer alıyor. Bu tezgahlar beni önce taa Demirci’ye (Manisa’nın ilçesi) götürüyor. Çocukluğumda bu tezgahların arasında pek çok oynadığımdan başlarından hiç ayrılasım gelmiyor. Halıya iki ilmik de ben atayım istiyorum ama mağaza sahipleri pek yakınımdalar.

Gezgingiller eşinden minik bir halı dokuma kursu alıyorken.. :)

Kadınlar kısmın çıkışı oldukça sade, çukurlaştırılmış, bir nevi gizlenmiş bir çıkış. O dönemin örf ve adetlerini düşünecek olursak makul bir durum.




Hiç yorum yok: