11 Kasım 2007 Pazar

Tarihin sığamadığı meydan, Hipodrom..

22 Temmuz 2007

Yerebatan Sarnıcının mistik atmosferini istemeye istemeye terk ediyoruz. Ayaklarımız yeniden bizi hipodroma doğru çekiyor. Sarnıçdan çıkıp Divanyolu’na doğru döndüğümüzde kısa bir mola veriyoruz.

Sarnıcın hemen üstünde tuğla karışımı yapı, uzaklardan İstanbul’a gelen suyun basıncını ve yüksekliğini ayarlayan su terazilerinden, hemen önünde yolun karşısına geçmeden önce dünyanın merkezinde olma ayrıcalığının zevkini yaşıyoruz. Bilindiği gibi Milion Taşı, Doğu Roma’nın başkenti Konstantinopolis ‘in kentin içine yayılan geniş yollarının başlangıç noktasıdır.
“Bizans döneminde Konstantinopolis’in tam ortasında bulunan ve imparatorluğun bellibaşlı merkezlerinin başkente uzaklığının kaydedildiği anıtsal mil taşı (1 Roma mili yaklaşık 1, 480 m.)” yazmaktadır üzerinde.

Yola çıkacaklar, önce bu taşın bulunduğu yere uğruyor, oradaki kayıtlardan gidecekleri şehrin kuş uçuşu kaç mil tuttuğunu ve hangi güzergâhtan gitmeleri gerektiğini belleyip yollarına öyle koyuluyorlardı. Anlayacağınız, bir tür ‘yol haritası’ işlevini görüyordu mil taşları.

Bizanslılar burasının dünyanın merkezi olduğuna inanırlarmış. Milion Taşı ile anlatılagelen pek çok efsane var. Yine halkın inandığı başka bir efsaneye göre, hiçbir düşman askeri Millium’dan ileri geçemez, böyle yaparsa gökten inen bir melek tarafından ikiye bölünürdü. Bu yüzden Fatih Sultan II. Mehmed Han’ın İstanbul’u kuşatmasının sonlarına doğru ve savunmanın er geç çökeceğinin anlaşılmaya başlandığı sırada pek çok kimse Ayasofya’ya sığınmıştı ve fetih ordusu erleri Millium’u aşar aşmaz gökten meleklerin inerek onları kılıçlarıyla ikiye bölmelerini bekliyorlardı.Dünyanın merkezi kabul edilen bu taşın Bizans’taki macerası 1453/857 tarihinde sona ermiş ve aynı tarihte Müslüman İstanbul’undaki macerasının ilk sayfası açılmıştır.

Milion taşının hemen yanında musluğu sökülmüş mermer çeşme kaderine terkedilmiş, bu mil taşı kadar o da ilgiyi hak ediyor ama çeşme hakkında Latin harfleriyle bilgi veren en ufak bir levhaya rastlayamıyoruz.

Milion Taşına bakıp yolumuzu yönümüzü tayin ettikten sonra Sultanahmet Camii’ne doğru yöneliyoruz.

Sultanahmet Camii’nde namaz vakti olduğu için hipodromdaki dikilitaşlara yöneliyorum. Güneş tepede, fotoğraf çekmek pek de zevk vermiyor, bir süre çimenlere oturup güvercinleri seyrediyorum. At seslerini, yeniçerilerin isyan naralarını duymaya çalışıyorum.

Hipodrom adı fetihten sonra da gerçek anlamı ile kullanıldı, buraya “at meydanı” denildi. At arabası yarışlarında hipodrom arenası, 7 defa dönülürdü. Yedi sayısı Roma’da kutsal ve uğurlu kabül edilirdi. Arenanın tam ortasında kumluk alanı ikiye bölen spina adı verilen bölmede dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş anıt eserler yer almaktaydı.
Osmanlı döneminde ise hipodrom artık at yarışlarının yapıldığı bir yer olmaktan çıkmış, pek çok şenliğe ( özellikle padişah çocuklarının sünnet düğünleri), siyasi olaya ve ayaklanmalara mekan olmuştur.

Spina kısmında görülen eserler hemen herkesin dikkatini çekecek kadar bir heybetle hala dimdik ayakta dururlar.

Bunların en ünlüsü Obelisk (Mısır Dikilitaşı) , Teb kentindeki Luksor Tapınağının girişindeki iki büyük sütundan biriydi. Birinci Teodosius döneminde getirtilse de yerine hemen dikilemedi. Yıllarca sahilde kum üzerinde yattıktan sonra şimdiki yerine getirilebilmesi için araya demirden bir yol yapıldı. Şimdiki yerine dikilmesi 31 gün sürdü.

Dikilitaş İÖ 13. yy’da yaşayan Mısır Firavunu Tutmosis’e aittir ve uzunlamasına dört yanında onun zaferlerinden bahsedilmektedir.
Taşın 30 metrelik yüksekliği orijinal değildir, taşın alt kısımları kopmuştur, bunu alt hizadaki hiyeroglif yazıların birden kesilmesinden anlayabiliriz.
Alttaki kaidede Bizans imparatorlarının locada dizilmiş , törenleri seyrederken betimlenmiş mermer kabartmaları vardır.

Obelisks ile Örme Dikilitaş arasında “Burmalı Sütun” yer alır, diğer adı da “Yılanlı Sütun”dur. Birbirine spiral şekilde sarılmış üç yılanın gövdesinden oluşan anıtın şimdiki boyu 5.5 metre. En tepedeki üç yılan başının olduğu kısım da hala ortadan kaldırılmadan önce 8 metre civarındaymış. Bu yılan başlarından bir tanesi Arkeoloji Müzesindedir. Antik Yunanlıların doğudaki Pers ülkelerine karşı İÖ 5. yy’da yaptıkları savaşların anısına yapılmıştır.

Örme Dikilitaş ise uzunluğuna rağmen daha kenarda kalmış ve daha az dikkat çekmektedir. Bizans İmparatoru 7. Konstantin Porfirogenetos tarafından yaptırılıp buraya dikilen anıt taşın üzeri o devirlerde , prinç plakalarla kaplıymış. Sözde altın gibi parladığı için bu plakalar Haçlı Seferleri sırasında Latinlerce sökülmüşler.

Eskiden At Meydanı şenliklerinde bu sütunların arasına tenteler gerilir , gölgelikler oluşturulurdu. Dikilitaşlara ve sütunlara bağlanan halatlar üzerinde de ip cambazları gösteriler yapardı.

Sütunları oldukları yerde bırakıp Ayasofya’ya doğru yürüdüğümüzde görkemli bir çeşmeyle karşılaşırız. Alman ve Osmanlı üsluplarının karışımı olan bu çeşme Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in Almanya’da yaptırıp burada monte ettirdiği eserdir.

Söylentiye göre, o günlerde İmparator ülkemize geliyor diye Beyazid Meydanındaki tüm derme çatma dükkanlar, el arabalarıyla yerlerinden çekilip , meydan temizlenmiş, imparator gidince , dükkanlar yine eski yerlerine getirilmiş.

Kaynaklar:
1- İstanbul'dan Sayfalar (İlber Ortaylı)
2- İstanbul'u Geziyorum, Gözlerim Açık (Haldun Hürel)

Hiç yorum yok: