29 Ekim 2007 Pazartesi

Abant-Gölcük-Aladağlar Gezisi III

Aladağlar (21 Ocak 2007)..

Gölcük kıyısındaki tek özel işletme olan Gölcük Restoran'da çaylarımızı içip yeniden yola koyulduk. Milli park çıkışından sonra Seben yönünde devam edip Kızıkköyü Yaylasına vardık. Programda günün en özlenen olayı vardı, Kızıkköyü yaylasındaki Gençlik İzcilik ve Spor Kampüsü tesislerinde sucuk-köfte mangal partisi.. Kızıkköyü'de bizi kötü bir sürpriz bekliyordu, kampüse giden yol kar nedeniyle kapalıydı. Aracın kar lastiği olmasına rağmen karda fazla ilerleyemeyince geriye tek çare kaldı, kampüse yürümek.
Kampüse kadar karda 6-7 km yol yürüyeceklerinden habersiz, mutlu mutlu poz veren gezginler
Çılgın rehberimizin "karda yürüme" konusundaki küçük bir seminerinden sonra "Ya Allah!" deyip düştük yola. Dar tekerlek izinde yürümeye çalışırken bir defa da kayıp düştüm ama Allah'tan kar yumuşaktı da bir sakatlık olmadı. Daha önemlisi fotoğraf makinem de bu kazadan sağ salim çıktı..

Bir hayli bata çıka yürüdükten sonra bir baktık ki, büyük bir süratle bir kar süpürme makinesi geliyor peşimizden.. (makine geldiğinde 5 km geride kalmıştı ) Allahım, bu makina biz yolun başında iken nerelerdeydi? Tam biz yolun sonlarına geldiğimizde bu makinenin ortaya çıkması bir kamera şakası mı!?


Tesislere vardığımızı sanmama yol açan ahşap evlerden oluşan bir mekana gelmiştik ki, rehberimizin küçük bir caminin minaresinden, etrafa poz dağıtan manzarası ile yıkıldım. Minarede mangal yapılamayacağına göre burası hayalimdeki yer değildi. Camiiyi görmek için sapmışız bu yola meğerse. Camiinin özelliği, minare de dahil her yerinin ahşap olamasıymış diğer özelliği de karın doyurmaması.. Artık kendimden ümidimi kesmiş, sakat rolü yapıp kendimi taşıtmaya karar vermiştim ki tesislerin binası uzaklardan göründü. O an hissettiğim güzel duyguları anlatamam size. Zaten o güzelim ışıl ışıl kar manzarası olmasa o yol çekilmezdi ya!

İşte tesislerin yakından göründüğü an..

Tesise vardığımızda en kötü ihtimalle oturacak bir yer ve mangal yapabileceğimiz teçhisat bulma ümidi vardı içimde ama burası beklediğimden çok daha fazlası idi. Tesis çok lüks bir yer olmamakla beraber, içeri girdiğimde yüzüme çarpan sıcak hava yüzümü güldürmeyi başardı. Herkes kendini bulduğu koltuğa atmış, ortama bir rehavet havası çökmüştü. Ayakkabılarımıza kar dolmuştu, paçlarımız sırılsıklamdı, sağa sola kaymaktan ayak bileğimin yan bağları ağrıyordu ama koltuğun arkasındaki kalorifere dayayıp da o hoş sıcaklığı sırtımda hissettiğimde yorgunluğumu da , açlığımı da unutuverdim.

Mangalda yapılan sucuk ve köfteler son zamanlarda dışarda yediğim en güzel yemekti. Bunun nedeni köftelerin-sucukların lezzeti mi yoksa bizim açlığımızın pik safhada olması mı bu tartışılabilir tabii..
Aslında programda Kartalkaya'da vardı ama kar makinesi yolu ancak tesislere kadar açtığı için Kartalkaya gezisi iptal oldu.
Kartalkaya, bana çok sevdiğim iki arkadaşımla acemice kayak yapmayı öğrenme anılarımı hatırlatıyor. Onlar şimdi evli, bir de bebekleri var ve onları çok özlüyorum..
Yemek sonrası çaylarımızı da içip yeniden yola koyulduk. Gelirken gözüme tek damla uyku girmediği için dönüş yolunda kafayı koyar uyurum diye düşünüyordum ama nerdeee.. Grubun yemek sonrası enerjisi geri gelmişti, vur patlasın çal oynasın.. Zavallı eşim uyumaya çok çalıştı ama yanında cırtlak sesi ile şarkılara eşlik etmeye çalışan, şarkı söylemekten çok bağıran bir hatun (yani ben) buna izin vermedi ki.. Eşim bundan sonra yaş seviyesinin daha yüksek olduğu, daha olgun insanlardan oluşan gruplara katılmaya planlıyor.

Abant-Gölcük-Aladağlar Gezisi II

Gölcük Gölü (21 Ocak 2007)..
Abant'da güneş yeni yeni gölün üzerindeki buzda yansımaya başladığında bizim ayrılma vaktimiz gelmişti. Sonraki durağımız Bolu üzerinden Gölcük Milli Parkı. Sisler içinde Bolu'dayız. Olanlar şöförümüzün Gölcük sapağını kaçırması ile oldu. İkinci bir sapak ararken kendimizi Bolu'nun ücra köşelerinde bulduk. Bir de rehberimizin kendinden emin bir şekilde "Hah tamam! Doğru yoldayız, bu yolu takip edip sitelere varacağız" diye diye bizi aynı güzergahta döndürüp durması yok mu! (Allah'ım ne olur rehberimiz kazara buraya girip bu yazıyı okumasın!) Neyse ki Bolu'lu bir yardımsever vatandaş bulduk da bizi istediğimiz yere getirdi. Abant Milli Parkı çıkışında öyle bir sis çökmüştü ki, bir an moralim bozulsa da Bolu'dan çıkıp dağ yamacına tırmandıkça sisin açılması ve de Gölcük'de yerini parlak güneş ışınlarına bırakmasıyla yeniden keyiflendim.

Bolu'dan Seben-Kızılcık istikametinde çıktıktan sonra, 15 km'lik asfalt yolla ulaşılabilen göl denizden 950 metre yükseklikte. Yol üzerinde Karacasu Termal Tesislerini de varmış ama artık başka zamana..

Gölcük gölü, orman yangınlarında kullanılmak üzere yapay oluşturulmuş bir göl amaaaa yerine o kadar yakışıyor, o kadar doğal duruyor ki.. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel kar manzarasına sahip göl desem hakkıdır yani.



Abant-Gölcük-Aladağlar Gezisi I

Kar ve Abant gölü (21 Ocak 2007)
Cumartesi akşamı saat 24:00'da Bakırköy'den yola çıktık, diğer tur yolcularını değişik semtlerden toplayıp koyulduk yola. Abant'a vardığımızda saat sabah 07:00'dı, henüz daha güneş doğmamış, gölün üzerinden sis kalkmamıştı. Arabadan iner inmez dağıldık çil yavrusu gibi. Uzun süredir kar manzarası görmemenin verdiği görgüsüzlükle başladık fotoğraf çekmeye.. Baktık ki güneşin doğacağı falan yok, takıldık tur rehberimizin peşine, hem her açıdan gölün manzarasını seyreder, hem de ısınmış oluruz düşüncesiynen başladık gölün etrafında yürüyüşe .. Göl çevresinin 5,5 km olduğunu bilseydim yürüyüşe çıkmak için biraz daha düşünürdüm.. Abant gölünün buz tutmuş hali de bir başka güzel oluyormuş hani..

Abant gölü denize yüksekliği 1450 metre olan doğal bir göl. Göl kenarında ikisi 5 yıldızlı otel(Taksim Int Abant Palace Hotel, Büyük Abant Hotel) ve bir de butik otel var. Bence Büyük Abant Hotel'in konumu çok daha iyi..

Abant Gölü, çok fazla istismara uğrayan milli parklarımızdan biri. Hem göl çevresindeki yapılaşma açısından hem de doğal dokusunun tahrip edilmiş olmasından.. Bunu çok fazla ziyaret alıyor olmasına mı, kolay ulaşılabiliyor olmasına mı ya da paranın gücünün satın alamayacağı bir şeyin olmamasına mı bağlamak lazım bilemiyorum..

Tam güneş yeni yeni ortaya çıkarken, tam Abant'ın beyaz duvağının telleri yeni yeni parlamaya başlarken oradan ayrıldık. "Sen yeşil elbiseni giyidiğinde de çok güzelsin Abant, baharda bekle bizi" diyerek vedalaştık.


Florya Atatürk Deniz Köşkü

14 Ocak 2007..
İşte Atatürk'ün son günlerinde ikamet ettiği yerlerden birindeyiz. Daha önce hiç bir Atatürk Evini ziyaret etmediğim için içeriye heyecanla giriyorum. Bir zamanlar Ata'nın ayak seslerinin duyulduğu koridorlarda onun anısını rahatsız etmekten çekinir gibi parmaklarımızın ucuna basarak, sessizce ilerliyoruz. Sonradan oluşturulmuş Atatürk'ün İstanbul resimleri sergisine bakarak, müze görevlisinin rehberliğinde, önce Atatürk'ün yatak odasına giriyoruz. İnanılmaz bir sadelik.. Aklıma Topkapı Sarayı'ndaki ihtişamlı padişah odaları geliyor. Saltanat sevdası ile vatan aşkının farkı bu olmalı.. Beni en fazla etkileyen banyosundaki oturularak kullanılan tartı. Sanırım rahatsızlığının iyice ilerlemesi nedeniyle böyle bir tartı kullanılmaktaydı.
Ata'nın odasının hemen yan tarafında manevi kızı Ülkü'nün odası var, odada bir yatak ve bir sehpanın üzerinde "Ülkü" yazan bir gemi maketi.. Ve sırasıyla misafir odalarını gezerken hayalimdeki "bir ülkenin cumhurbaşkanlığı köşkü imajı" yavaş yavaş yıkılıyor. Kurtuluş Savaşından yeni çıkmış, yokluk içindeki bir milletin Cumhurbaşkanlığı köşkü elbette ki saray lüksüne sahip olmayacaktı.
Florya Atatürk Evi, Atatürk'ün giderek artan rahatsızlığına iyi gelebileceğini söyleyen doktor Neşet Ömer'in önerisi ile yapılmış. Yapımına 1935 yazında başlanan köşk inşaası 43 gün gibi kısa bir sürede tamamlanmış. Atatürk'ün köşkün yapımı için açılan yarışmaya katılan üç projeden Seyfi Arıkan'a ait projeyi seçmesindeki temel etken, mimarın yapıyı bir halk plajı ile etüd etmesiymiş.

Yaverlik ve Genel Sekreterlik binaları onarılarak TBMM sosyal tesisleri haline getirilmiş

Atatürk, köşkte kaldığı dönemlerde halkla birlikte denize girermiş. Ata, burada en hasta olduğu dönemlerde bile devlet işleri ile ilgilenmeyi bırakmamış, bazı toplantıları burada düzenlemekteymiş.

Köşk, Atatürk tarafından son olarak 28 Mayıs 1938 günü kullanılmış. Atatürk'ün ölümünden sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer cumhurbaşkanları İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren tarafından da kullanılan köşk, 1988'de dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren'in emriyle TBMM Milli Sarayalar Daire Başlanlığı'na bağlanmış, 1993 yılında da "müze" statüsü ile ziyarete açılmış.

Atatürk'ün banyosu, tartısı ve yatağı

Atatürk, İngiliz Kralı VIII. Edward ve Madam Simpson gibi önemli konukları burada ağırlamış.

Atatürk'ün çalışma odası ve toplantı odası

Tartı ile ilgili dipnot: Bilindiği üzere Atatürk, karaciğer sirozu idi. Karaciğer sirozunda vücutta , özellikle karın içinde fazla sıvı birimini ortaya çıkar, bu sıvı fazlalığının ve tedavinin değerlendirilmesi için kilo takibi gereklidir.

Adres : İstanbul Cad. 34810 FLORYA - İSTANBUL
Telefon : (0 212) 426 51 51
Fax : (0 212) 580 75 34




Yıldız Korusu 2007 Ocak

Beşiktaş sahil yolunu takip ederken Çırağan Sarayı civarında Yıldız Parkı tabelasını görüyoruz. Yolun yokuş yukarı devam ettiğini bildiimiz için, arabayı bir kenara park edip yürüyerek çıkmak pek de işimize gelmiyor. Gezmeyi severim sevmesine de ayakkabılar yürüyüş için uygunsuz olunca, arabayı icat edenlere hayır duaları ede ede devam ettik yolumuza..
Yıldız parkı bir hayli geniş bir araziye yayılmakta. Şehir içinde orman havası yaşamak, doğayla başbaşa kalmak, biraz eğimli bir arazide treking yapmak, yorulunca da havuz kenarında güzel bir çay içmek.. Evet evet! Burası tam yeri.. Molada birşeyler yiyip içmek için 2 seçenek var. Beltur'un işlettiği Malta Köşkü ve Çadır köşkü.. Her iki köşk de Sultan Abdülaziz'in emriyle, Çırağan Sarayının arka bahçesini oluşturan korulukların içine, mimar Sarkis Balyan ve kardeşlerince yapılmış. Köşklerin dinlenme, seyir ve av köşkü olma özelliğini yansıtan duvar ve tavan süslemeleri görülmeye değer.

Bu köşkün resmini çekmekten neden bu kadar hoşlandığımı düşündüm de aslında köşkü değil köşkle güzel bir ambiyans oluşturan yeşil rengini çekmeyi seviyorum ben. Ama bu güzelim yeşilliğin içinde ayna camlı dümdüz bir binayı düşündüm de manzaraya tek güzellik katanın yeşil olmadığına, köşkün estetiğine haksızlık ettiğime karar verdim.

Malta Köşkü
Malta isminin, fethedilen veya fethe teşebbüs edilen yerlerin isimlerinin saray içinde mekanlara isim olarak verme geleneğinden geldiği tahmin edilmekte.
Köşkün her yerinden boğaz az biraz görülebiliyor, üst kattan çok daha geniş bir panaroma yaklamak mümkün..
Malta Köşkü'den tekrar geri dönüp Çadır Köşk'üne geliyoruz.
Çadır Köşkü, dış yapı itibari ile Malta Köşkü kadar gösterişli değil ama iç süslemeleri açısından Malta köşkünden geri kalmıyor. İlk defa 1871'de "Sedir Köşkü" olarak inşaa edilen köşk, 22 temmuz 1881'de Sultan Abdülaziz'i öldürmekle itham edilen Mithat Paşa'nın yargılanmasına ev sahipliği yapmış. Ayrıca köşkün önünde Yıldız Parkının iki büyük havuzundan biri bulunmakta.

Resimleri biraz abarttığımın farkındayım ama bu manzarayı kim görse her karesini paylaşmak isterdi

Etrafta yeterince renk yokmuş gibi bir de gökkuşağı çıkmasın mı! :)


İstanbul içinde yaşayıp da gitmeyenler varsa hala, abartmıyorum burası İstanbul'un yeşil alanlarının en güzellerinden birisi. Hürriyet gazetesi boşuna en iyi 10 park arasına almamış burayı..


Emirgan 2006

31 Aralık 2006

Kurban bayramının ilk günü, yılın son günü..
Kurban olayını sabahtan halledip bir boğaz gezintisi yapalım dedik. Atlı Köşk (Sabancı Müzesi) civarında park edip düştük yola. Baktık ki Sabancı Müzesi kapalı, Sarıyer istikametinde devam ederken Emirgan tabelasını farkettik. Asıl lale zamanı gezmeliymiş Emirgan'da, daha önce gidenler öyle diyor.. Ama şehrin ortasında orman havası yaşamak için illede o zamanı beklemek mi lazım?
Bugün Emirgân'ın bulunduğu alan 16. yüzyıl ortalarına kadar boşmuş, hazine arazisiymiş; 18. yüzyıl ortalarına kadar da tamamen ormanlıkmış. 16. yüzyıl ortalarında Nişancı Feridun Bey'e bağışlanan araziye bir - iki köşk yapılmış. 17. yüzyılda ise burası, IV. Murat tarafından, kendisine Revan Kalesi'ni hiç savaşmadan teslim ettiği için İstanbul'a getirip adını Yusuf Paşa olarak değiştirdiği Emirgûneoğlu Tahmasb Kulu Han'a verilmiş. Böylece bölge "Emirgûne Bahçesi" olarak anılmaya başlanmış.

Çok daha sonra Feridun Bey Bahçeleri adıyla anılan park, birkaç kez el değiştirmiş. 1860'lı yılların sonuna doğru Hidiv İsmail Paşa nın eline geçmiş ve kıyıya yaptırdığı büyük ahşap sarayının arka bahçesi olarak kullanmış.
İsmail Paşa'nın o dönemde yaptırdığı köşklerden (Pembe Köşk, Beyaz Köşk ve Sarı Köşk) iki tanesi Beltur işletmesinde, kafeterya ve restoran olarak hizmet veriyor.
Sarı Köşk
Alttaki resimde sevimli bir canlı var, görebilen var mı? :)


28 Ekim 2007 Pazar

Bursa Gezisi III


02/01/2007

İşte nihayet Osmanlı Devleti'nin ilk başkentindeydik..
Bursa’ya geri geldiğimizde öğlen olmuştu ve karnımızda deli gibi çan çalıyordu. Tabii ki Bursa’ya kadar gelip de İskender yemeden hele de İskenderoğlu’na uğramadan olmaz dedik. "Ellerine sağlık, böylesini daha önce hiç yememiştim" demek isterdim ama diyemedim. Sanırım dönerin lezzeti biraz da kullanılan tereyağından geliyor. İskenderoğlu restoran, gerçek İskender kebabını ilk defa yapan İskender Efendi'nin torunlarına aitmiş, bu çevrede bir hayli de ünlüymüş. "Ünlü mü? Marka mı? Haa o zaman bu fahiş fiyatları hak ediyor” dedik geçtik bir turist olarak ama keşke daha uygun olsaydı fiyatlar da daha çok insan bu güzel lezzeti yaşayabilseydi..

Bursa Orhan Camii
Karnımız tok, keyfimiz yerinde, başladık ufak ufak keşfe.. Önce Ulu Camii’yi gezdik.
Bursa Ulu Camii'yi tarihte en büyük Türk camiisi olarak bilirsiniz. Ama benim asıl ilgimi çeken Camii minberinin doğu yakasındaki Samanyolu Galaksisi. (Biz gittiğimizde minberde tadilat olduğu için maalesef yakından göremedim.)
Araştırmacı Fevzi Ülgü, 1980'den beri minber üzerinde yaptığı çalışmalar sonucu keşfetmiş galaksi işlemesini. İşin şaşıtıcı olan tarafı ise gezegen kabartmalarının birbirlerine göre büyüklüklerinin oranları gerçeği ile aynı, 9 gezegenin temsili kabartmasının birbirine olan uzaklıkları da bilimsel olarak gerçeği ile doğru orantılı. En önemli ayrıntı ise plüton gezegenin tek başına ayrı platformda bir açı farkı ile gösterilmiş olmasıdır. Bilindiği gibi güneş sisteminin ilk sekiz gezegeni aynı düzlem içinde bulunmakta, plüton gezegeni ise farklı bir açı ile ayrı bir düzlemde dolanmaktadır. (Bilim dünyası artık Plüton'u gezegen olarak kabul etmiyor)

Minberde güneş sistemini sembolize eden kabartma motifler
Güneş sisteminin dokuz gezegeniyle birlikte Bursa Ulu Camii'deki minbere işlendiği 1402 tarihinden tam 231 sene sonra 1633'de batıda da Galileo'nun dünya dönüyor dediği için engisizyonda yargılanmış olması, batı bilim dünyasıyla Türk bilim dünyası arasındaki mesafeyi yeterince göstermekte.

Ulu Camii şadırvanı ve hat örnekleri

Biliyorum çok memnuniyetsiz biri olduğumu düşüneceksiniz ama Ulu Camii biraz beni hayal kırıklığına uğrattı. Hayal kırıklığına uğramamın tek nedeni camiinin bakımsızlığı, sahipsizliği. İnsanlar sağda solda ellerinde kameralarla fotoğraf makinaları ile dolanıp dururken, bazı insanlar da önlerinden yığınla insan geçerken ibadetlerini yapmaya çalışıyor. Ne yazık, burası kutsal bir ibadet mekanından çok bir müzeye benziyor. Bir çok camide ziyaret belirli bir yere kadar serbest, geri kalan kısmı ibadetini yapmak isteyenlere ayrılmış durumda.

Tüm büyük camilerimiz gibi içeriye girdiğinizde sizi bir ihtişam duygusu sarıyor hemen. İnsan farklı bir enerjiyle sarmalandığını hemen hissediyor. İç mekan süslemeleri açısından en güzel camilerimizden birisi diye duymuştum, gerçekten öyleymiş. İçeride tam 192 adet hat levhası varmış, hat yazılarını tek tek inceleyecek kadar vaktimiz olsamasa da bir iki tanesine bakmak o sanat inceliğini anlamaya yetiyor. Diğer camiilerden farklı olarak burada ibadetini yapacaklar kış gününlerinde kapalı ortamda abdest alma ayrıcalığını yaşıyorlar. Şadırvan caminin tam ortasında, önceden üstü açıkmış, sonradan cam ile kapatılmış.
Yıldırım Beyazid 1396’da birleşmiş Avrupa ordularını Niğbolu’da mağlup edince, elde ettiği ganimetle 20 camii inşa ettirmeye karar vermiş ama padişahını fikrini değiştirip, 20 kubbeli tek camii inşa etmesi için ikna etmişler.

Ulucami ile Orhan Camii arasındaki geniş alana yayılan Kozahan 1492 yılında II. Bayezid tarafından İstanbul' daki camii ve medreselere gelir temin etmek üzere yaptırılmış. İki katlı 95 odalı Kozahan, geçmişte tarihi 'ipek yolu'nun en önemli uğrağı imiş, her yıl Temmuz-Ağustos’da koza borsası açılıyormuş.

Koza Han

Eşarp, flar ve aksesuar merakınız varsa, Bursa’dan ipekten yapılmış bir şeylerle dönmek istiyorsanız burası tam yeri. O kadar çok kumaş çeşidi var ki başınız dönüyor..

Koza Han iç mekan

Koza Han’dan sonra programda Yeşil Türbe vardı ama zaman kısıtlaması nedeniyle onu atlamak zorunda kaldık. Muradiye Külliyesine giderken yolumuzun üzerindeki Orhan ve
Osman Gazi’nin türbelerini de ziyaret ettik.

Orhan Gazi Türbesi ve sekizgen şekilli Osman Gazi Türbesi

Osman bey vefat ettigi zaman zayif bir rivayete göre, Sögüt'te babasının yanına defnedilmiş ve Bursa alınırsa oraya defnini vasiyet etmisti. Bursa, Orhan Gazi tarafından fethedildikten sonra vasiyeti yerine getirilerek cesedi Bursa'ya nakledilip, Hisar'da (Saint Eli) namina yapilmiş olan Gümüşlü Künbed'e defnedilmiş. Bir başka rivayet de Osman Gazi'nin şehir kuşatması devam ederken Orhan Gazi'ye kubbeli yapıyı göstererek "Oğul; ben öldüğüm vakit beni Bursa'da şol gümüşlü kubbenin altına koyasın" demesi üzerine buraya defnedilmiş. Bursa'nın fethinden önce şehrin metropolit manastırı olan Saint Elias manastırı XI. yüzyılda yaptırılmış. Bina 1801 kasım ayında büyük bir yangında hasar görmüş ve onarılmış. 1855 yılındaki depremde ise önemli kısmı yıkılmış. 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından eskisine sadık kalınarak yaptırılmış. Oğlu için yaptırılan Orhan Gazi Türbesi de Tophane parkının girişinde sağda.

Bu İki türbenin ortasında kalan kısımda ise, Hacivat Köprüsü civarında vatanları için ölen İstiklal Savaşı şehitlerinin mezarları var. Bir Fatiha okumayup hemen arka taraftaki Tophane parkına geçtik. Bursa'nın panaromik manzarasını rahatça izleyebileceğimiz Tophane Parkının en ihtişamlı yapısı ünlü "saat kulesi"

Tophane'den Bursa

Saat kulesi

Osmanlı devrinde Ramazan ayı iftar vaktini bildiren topun atıldığı yerde bulunması nedeniyle "Tophane" diye de anılan kule, Sultan 2.Abdülhamit'in tahta çıkışının 30'uncu yıldönümü olan 31 Ağustos 1906'da bitirilerek, Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından törenle Bursalılar'ın hizmetine sokulmuş. 4.65 x 4.65 metre planlı, 6 katlı saat kulesi, 25 metre yüksekliğindeymiş. Günümüzde orijinali yerine elektronik bir saat takılan kule, Bursa Belediyesi'nce yangın gözetleme amacıyla da kullanılmaktaymış.





Hava iyice kararmadan Muradiye Külliyesi'ni de ziyaret edebildik.

Muradiye külliyesi, Bursa’da hüküm süren son Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murat tarafından yaptırılmış. Camii, medrese, imarethane, hamam ve türbelerden oluşmakta. Türbeler, Padişah II. Murat, değişik dönemlerden şehzadeler ve padişah yakınlarına ait kabirleri barındırıyor. Bu türbelerden II. Murat’a ait olan, diğerlerinin aksine o kadar sade ve gösterişsiz ki.. Türbenin kapısının üstünde yazan kitabede II. Murat'ın 1451’de ölümü üzerine vasiyetine uygun olarak , oğlu Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıldığı yazmaktaymış. Vasiyeti üzerine türbenin kubbesi açık bırakılmış ve tam bu açıklığın altında bulunan sade mermer lahdin üzeri toprakla örtülmüş.

II. Murat Türbesi

II. Murat Türbesi haricindeki diğer türbeler; Şehzade Ahmet Türbesi (Sultan II: Beyazid'in oğlu), Şehzade Mahmut Türbesi (Sultan II: Beyazid'in oğlu), Şehzade Mustafa (Fatih'in büyük oğlu) ve Cem Sultan Türbesi, Gülşah Sultan Türbesi (Fatih'in eşi ve Şehzade Mustafa'nın annesi), Ebe (gülbahar ) Hatun Türbesi (Fatih’in ebesi), Hatuniye (Huna-Hüma Hatun) Türbesi (Fatih’in annesi), Mükrime Hatun Türbesi(Fatih'in ilk eşi), Saraylılar Türbesi, Gülruh Sultan Türbesi, (II: Beyazid’in eşi), Şirin Hatun Türbesi (II: Beyazid’in eşi ve Şehzade Abdullah'ın annesi).

İç duvar süslemeleri en zengin türbelerden Cem Sultan ve Şehzade Mustafa Türbeleri

Fatih'in taht mücadelesi için kardeş katlini vacip kılmasıyla olanlar olmuş işte..

Medrese kısmı bugün "Kanser Erken Tanı Merkezi" olarak kullanılmakta. İmaret kısmında ise Daruzziya adında bir restoran faaliyet göstermekte. Camii hala cami olarak kullanılıyor.

Muradiye Camii

Bursa gezimizde çıkardığım sonuç şuydu; daha doğal güzelliklerini, yeşilliğini göremedik ama şehrin kendisi tam bir tarih ansiklopedisi, biz ise yalnızca bir sayfasını çevirmeye vakit bulabilmişiz. Bu demek ki yine okumaya geleceğiz seni…

Bursa ile ilgili daha ayrıntılı bilgiye ulaşmak için sevgili hbasak'ın http://bursadayasam.blogcu.com/ adlı blogunu ziyaret edebilirsiniz.

Bursa gezisi II; Trilya


02/01/2007

Mudanya’dan sonra yol hep dik bir yamaçla denizden ayrılıyor. Bir yandan denize dik eğimli araziye dikilmiş bembeyaz yazlık sitelere kızarak bakıyoruz -güzelim doğayı nasıl böyle altüst etmişler diye-, bir yandan da içimizden “ üff be! Ne manzarası var bu balkonların, insan burada hiç yaşlanmaz” diye geçiriyoruz içimizden..

Kumyaka

Mudanya'dan batıya doğru sahil yolunu takip ettiğimizde 7 km sonra karşımıza eski Rum köyü Kumyaka (Siye) çıkıyor ve Kumyaka'dan 11 km sonra Zeytinbağı (Trilya)'na varıyoruz. Zeytinbağı’nı Kanal D'de yayınlanan “Sev Kardeşim” dizisinden ve bir zamanların bol sansasyonlu dizisi " Melekler Adası"ndan tanıyorsunuzdur.




Zeytinbağı'nda eskiden ipekböceği yetiştirilirmiş, zeytinlerin ilaçlanması nedeni ile zamanla ipekböceği olayı tarihe karışmış, şimdilerde balıkçılık ve zeytincilikle uğraşıyorlar. Trilye'ye kadar gidip de ünlü zeytinlerinden ve zeytin yağından almadan dönmek olmazdı..



Bölge SİT alanı ilan edildiği için, Trilya'nın dar sokaklarında dolaşırken eski ahşap cumbalı, kagir evlere rastlayabiliyorsunuz
Trilya adı nereden mi geliyor? Tri (üç), ilya (papaz)'dan meydana geldiği söylenir. Hristiyanlığın ilk konsili toplantısında muhalif üç din adamı Aya Yani, Aya Yorgi ve Aya Sotiri afaroz edilirler ve müritleri ile beraber Trilye'nin olduğu yere yerleşirler. Rumlardan kalma 7 kilise, üç manastır, üç ayazmadan günümüze sadece üç kilise ayakta kalabilmiş. Bunların içinde Kemerli Kilise de denilen Panagia Pantobalissa Kilisesinin sütunlarının İskenderiye'den getirildiği ve tarihte duvarına ilk resim yapılan kilise olduğu söyleniyor. Kemerli Kilise'yi kasabanın denize yukarıdan bakan bir mahallesinde bulduk ama maalesef, o ününü veren duvar resimlerini görmek bir yana, içine bile giremedik. Kapısı kapalı, ancak duvar deliklerinden ne görebildiysek o..

Kemerli Kilise (Panagia Pantobalissa)

Kasabının merkezinde görülmesi gereken diğer bir mekan da Fatih Camii yani eski St Stephanos Kilisesi. Eski kilise, yeni cami çok iyi onarım görmüş ve eski heybetinden de birşey kaybetmemiş. Acaba eski dini mekanların onarılması ve korunması için ille de camiiye mi çevrilmesi gerekiyor?

Fatih Camii

Bir de Çamlı Kahve’si var ki onca yolu çekmeye değer bence. Soğuk havaya rağmen, kahvede çayımızı da içmeden dönmedik..

Çamlı kahve

Bursa Gezisi I, Mudanya

02.01.2007

Marmara'da sabah
Kurban Bayramının 2. günü akşam eşimin teyzesindeydik. Teyzemlere "yarın sabah 07:00'da hazırlanın, sizi almaya geleceğiz" dedik, tabiki onları nereye kaçıracağımızı söylemedik. Ertesi sabah evlerinin önüne gelip yeniden aradığımızda halen bizim şaka yaptığımızı düşünüyor, bir türlü dışarı çıkmak için hazırlanmaya yanaşmıyorlardı. En sonunda inandırabildik kapının önünde olduğumuza da üstlerine birşeyler giymeye başladılar.
Gebze Eskihisar'dan feribota bininceye kadar hala nereye gittikleri konusunda bir fikirleri yoktu ama insaflı günümüzdeydik ve feribotta söylemeye karar verdik güzergahı. Sistematik bir program yapmamıştık, Bursa içinde birkaç yere uğrar, zaman kalırsa Bursa çevresinde dolaşır, bir de İskender kebap yer döneriz diyorduk. Programsız çıkmak demek her zaman aksiliklere ve sürprizlere hazırlıklı olmak demek.. Aslında ilk hedef Bursa içindeki önemli tarihi mekanları dolaşmaktı ama teyzem öğle namazını Ulucami'de kılmak isteyince, Bursa çevresinden başladık turumuza. İlk hedef Trilye idi. Yanımızda harita olmadığı için gitmeyi hedeflediğimiz yerlerin uzaklığını önceden bilmeden düştük yola.. Hoş! Oraya günün sonunda varacağımızı da bilsem gene düşerdim yola, o ayrı mesele..
Tabiki Trilye'ye giderken Mudanya mütareke evini ziyaret etmeden geçmek olmazdı.

Mudanya Bursa'ya 32 km uzaklıkta.. Şehirde görülmeye değer eski gümrük binaları, şu an otele dönüştülmüş olan eski tren istasyonu var.. Bir de müzeye çevrilmiş olan Mütareke evi tabii.. Mütareke evine Mudanya girişinden sonra sahil yolu boyunca devam ettiğinizde ulaşabiliyorsunuz, hemen yakınında da 19.yy sonları-20.yy başlarına ait Rum evlerinin bulunduğu SİT alanı ilan edilmiş Yalı mahallesini de gezip eski zamalarda yolculuk yapabilirsiniz.
Yalı Mahallesinde cumbalı evler

Mudanya mütarekesi, bildiğiniz gibi Büyük Taarruz'un zaferle sonlanması sonrası itilaf devletleri (İngiltere, Fransa ve İtalya) ile 3 Ekim 1922'de başlayıp 11 Ekim 1922'e kadar süren görüşmeler sonucu imzalandı. Mudanya Mütarekesinin bizim açımızdan en önemli sonucu Doğu Trakya'nın topraklarımıza geri kazandırılmasıdır. Bu da elbetteki İsmet İnönü'nün diplomatik başarıdır.

Mütareke evi; İsmet İnönü ve karşısında İngiltere temsilcisi General Harrington, Fransa temsilcisi General Charpy ve İtalya temsilcisi General Monbelli

Mütarekenin imzalanmasından yarım saat sonra Mütareke evinin balkonunda İsmet İnönü (sandalyede) ve maiyeti erkanı