2 Kasım 2007 Cuma

Karaköy - Galata II

Buraya kadar gelmişiz Galata Kulesine çıkmadan olmaz değil mi!
2002'de geldiğimizde giriş 6 milyon liraydı, şimdi ise yerliye 5 YTL. :) O gün Galata Kulesinin geleneksel görüm günümüydü neydi bilmem, akın akın bir insan seli.. O sele kapılıp balkona nasıl çıkabildik onu hiç anlayamadım. Ne hoş, kuleye çıkınca sabahtan beri yüzgörümlüğü bekleyen gelin gibiyken güneş, birden nazlanmayı bırakıp bize açıverdi parlak yüzünü. :) O eşsiz panaromayı görünce gene kendimi kaybetmişim.

Eski İngiliz Bahariye Hastanesi (Beyoğlu Göz Hastanesi)
Hazerfan Ahmet Çelebi'nin uçarak katettiği mesafeye hayretler içinde bakarken..
Galata Kulesi bilindiği gibi bize Cenevizliler'in mirası. Fetihten sonra pek çok amaçla bir kaç defa da biçim değişikliği yapılarak kullanılmış. Dönüp kulenin tarihde yer aldığı vakaları hatırlayınca, içimde nedense isyan bayrakları kalkar;
Astronom Takiuddin (dönemin müneccimbaşı) önceleri burayı gözlemevi olarak kullanmış. Daha sonra da Tophane sırtlarında kurulan yeni rasathanesine taşınmış, o dönemde gelişmiş araç ve gereçlerle donatılan rasathane, bir müddet sonra da şeyhülislam'ın padişaha yazdığı bir mektubun vasıtasıyla topa tutularak yerle bir edilmiş. Efendim, evrenin sırlarını öğrenmeye teşebbüs etmek küstahlıkmış, bunu yapan milletler zeval olmuş. Hatta o dönemin veba salgının nedeni de bu tür küstahlıklarmış.
Galata Kule'sinden Üsküdar sırtlarına kadar uçmayı başaran Hazerfan Çelebi'nin önce padişah tarafından desteklenmiş ama daha sonra aynı hazin kaderi yaşamış. Dönemin şeyhülislamı IV. Murat'ın aklının çelerek mucidin sürülmesini sağlamış.
Neden bugün teknolojide Avrupa'nın önünde olmamız gerekirken hala gerisinde olduğumuzu anlatır durur tarih..
Manzaranın etkisinden kurtulmam için kule dibindeki kahvede bana bir şeyler içirdiler. Herkes çay içerken ıhlamur içmek zorunda olmak da ne kötü ya! Kuleden inince gene bir yön karmaşası yaşadık, sonra birilerinden Serdar-ı Ekrem Sokağını öğrenip yöneldik sokağa.

Parmaklıkların arkasında ne kadar mahsun duruyor değil mi?

Şu ünlü Doğan Apartmanının bahçesinden de bir açı almak isterdim ama güvenlik görevlisi mi apartman görevlisi mi ayırt edemediğim birisi, suların 2 saattir kesik olduğunu, apartmanda şu an kriz durumu yaşandığını söyleyip, 5 dk sonra bizimle ilgilenebileceğini söyledi. Biz de boynumuzu büküp, başka zaman geliriz diyerek ayıldık. Apartmanın ünü nereden geliyor diye merak ediyorsanız sevgili başak'ın ve desertwind’in blogundan yeterince bilgi alabilirsiniz.

Sokağın sonuna varınca bir kilise çatısı fark ettik. Eee görmeden dönersek o gece uyuyamayız ya, geri dönüp kiliseye ulaşan bir yol aradık. Kırım Kilisesi’ymiş burası, kapıyı aralayıp tam içeri dalacakken çekik gözlü bir bayanın gülümsemesi karşıladı beni. Gülümsemeden cesaret alıp bir adım daha atacaktım ki, bayanın biraz daha önünde çekik gözlü insan topluluğunun sükunet ve huzur içinde oturduğunu farkettim. Ayin varmış.. İki seçenek vardı; ya içimdeki çocuğu dinleyecektim, ya yolunu kaybetmiş turist rolü yapıp etrafı seyredecektim taa ki birileri beni uyarıncaya kadar.. Ya da süperegomu dinleyip içeri girmeyecektim.. Bayana el sallayıp dışarı çıktım. Ama bir yandan da pencerelerden acaba kilisenin iç kısmını biraz görebilir miyim diye umutla tırmıklayıp duruyorum. Baktım ki en arkada duran sempatik bayan ayinden çok dış gözlemcilerle ilgileniyor, pes edip dıştan birkaç resmini aldım kilisenin, gerçekten görkemli bir yapısı var.

Boşuna taaa Malta’lardan getirmemişler kilisenin inşaat malzemesini..Diğer adıyla Anglikan Kilisesi olan kilise Kırım Savaşına katılan İngiliz askerlerin anısına inşaa edilmiş, kilisenin arsası Sultan Abdülmecid tarafından temin edilmiş. Bir yandan kendi gelişimine ket vuran Osmanlı'nın hiç bir millete mahsus olmayan bir humanistik anlayışa sahip olduğu aşikar.
Kilisenin içine girebilseydim, bu güzellikleri kesin kaçırırdım..


Hiç yorum yok: