2 Kasım 2007 Cuma

Karaköy - Galata III

Kırım Kilisesi'nden çıkıp tekrar geri döndük. Tesadüfe bak, Avram Kamondo'nun evi de yolumuzun üstündeymiş.

Galata Kulesi'nden yeniden kendimizi aşağı saldık. Gene müze sokaklardan birine girmişiz. Galata Evi'ni görünce durup “aaa Galata Evi buradaymış!” şaşkınlığını atıncaya kadar binayı seyrettim. Sonra buralara kadar gelip içeri girmeden dönmek olmaz dedik.

Kapının önünde kapıyı çalsak mı çalmasak mı diye tereddütle bekleyen yabancı bir çift vardı. Belli ki bu çift de buranın eski İngiliz Karakolu olduğunu biliyor ama kapıyı çalmak için bir girişimde bulunamıyordu. Restoran olarak işletilen bir mekan ziyarete açık olabilir mi ? Olabilirmiş. Zili çaldım ve “acaba restoran ziyarete açık mı?” diye soruverdim. Gayet kibar bir bey karşıladı bizi, daha önce burayı satın alıp mimar eşiyle beraber restore eden ve şimdi de restoran olarak işleten Mete Beymiş meğer bizi karşılayan. Mete Bey, odaları tek tek gezdirirken, bir zindanın nasıl bu kadar sıcak bir restorana dönüştürüldüğünü hayran hayran seyrediyorum.

Burası bir zamanlar mahkum odasıydı..

Bazı gecelerde bu yüzyıllık Rus piyanosuna Nadire Hanımın parmakları can veriyor..

Galata Evi 1904 yılında İngiliz Elçiliği olarak inşa edilmiş. I. Dünya Savaşına kadar İstanbul’da yaşayan azınlıklara yönelik sivil hapishane olarak işlev görmüş. 1919’da işgal ordularının karakol binası sıfatıyla askeri kontrol noktasına dönüştürülen bina cumhuriyetin ilanından sonra çeşitli amaçlar için kullanılmış. 1991 yılında da Nadire ve Mete Göktuğ çifti tarafından satın alınıp aslına uygun bir şekilde restore edilmiş. O gündür bu gündür Gürcü yemekleri sunan bir restoran olarak işletilmekteymiş.

Restorasyon sırasında sıvaların kazınmasıyla ortaya çıkan mahkumlara ait duvar yazıları

Karakolun voltalığında, ayaküstü İstanbul işgalinde İngilizlerin buralara getirdiklerini götürdüklerini konuştuk.
Galata çevresinde restorasyonlarda orta çıkarılmış marka simgesi tuğlalar Mete Bey'in vasıtasıyla eski voltalıkta kendilerine küçük bir köşe edinmişler..


Mete Bey'e teşekkür edip ayrıldık, aynı sokaktaki St. Pietro Kilisesini de görelim istedik ama maalesef Pazar olduğu için kapalıydı.

Sen Piyer Kilisesi , Ayasofya’nın restorasyonu için çalışan Fossati kardeşler tarafından 1841’de yapılmış.
“Bir İstanbul Masalı” adlı dizinin çekimlerinden tüm Türkiye’nin aşina olduğu Bankalar Caddesine (Voyvoda Caddesi) geldik. Bu cadde 1800 ‘lü yıllarda Osmanlı’nın finans ve iş merkeziymiş. İsmini, Osmanlı döneminde sokağın Galata asayişinden sorumlu olan voyvodadan almaktaymış. Cadde üzerinde her ne kadar eski ve kirli bir görünüme de bürünmüş olsa da cepheleri kabartmalarla süslü binaları seyretmek insan zevk veriyor. Bir zamanlar bu caddenin İstanbul’un en işlek caddelerinden biri olduğuna inanmak zor da olsa eski binaları seyrederken geçmişe bir an geri dönüyorum. Etrafım sarıklı, fesli, çarşaflı insanlarla dolup taşıyor. Arzuhalciler yol kenarlarında ellerinde hokkaları ile müşterlerinin istediklerini yazıya döküyorlar.

Vee Osmanlı Bankası Müzesi ile Karaköy gezimizi sonlandırdık.

Hiç yorum yok: