Kazdağları-Ayvalık-Assos turumuz, kendileri bu yıl çıktığımız yegane tatilimiz olma özelliğine sahiptirler. Tarih sıralamasına göre anlatmaya çalışacağım.. Peşembe akşamı hazırlanıp Kadıköy’de evlendirme dairesinin arka tarafında tur otobüslerinin kalkacağı meydana geldik. Aman Allahım o da ne! Bizim gibi yüzlerce sırt çantalı, gecenin bir vakti burda toplanmış. Ne bileyim, bizim ilk turla gezi deneyimimizdi, meğer tüm İstanbul aynı noktadan gezmeye gidiyormuş :). Bir sürü insan ve bir sürü otobüs.. Yanlış otobüse binip de kendimi sabah Mardin'de bulmak gibi paranoid düşünceler, tur otobüslerimizi bulunca kafamdan uçtu gitti. Bir sakatlık olmadan otobüsümüze bindik, hiçbir yeri kaçırmayayım, içinden geçtiğimiz yerleşim bölgelerini otobüsden bile olsa göreyim diye açgözlülük yaptım diye de uyuyamadım. Bir de baktık sabah olmuş, Kazdağları eteklerinde yeşillikler arasında yolculuk ediyoruz. Varış zamanında gecikme olduğu için, otele yerleşme olayı pas geçilerek kahvaltı yapacağımız Çamlıbel köyüne geldik. Doğrusu biraz bozuldum bu olaya, yahu en azından elimizi yüzümüzü neyim yıkasaydık, saçımızı tarasaydık değil mi toplum içine çıkmadan! Bozukluğum kahvaltım gelene kadar sürdü ancak. Oysa bütün gün rehbere suratımı asmayı düşünüyordum.
Kim umardı ki bu kadar yolu tırman ve bu dağ köyünde böyle güzel bir mekan çıksın karşına.. Oldum olası dışarda kahvaltı yapmaya bayılırım. Hele bir de kahvaltı yaptığımız yer, yeşillikler arasında ve de su kenarında ise değmeyin keyfime..
Köydeyiz ya.. Tabii ben kavaltıda köy yumurtası, köy peyniri, tereyağı ve hormonsuz domates bekliyorum, bekle bekle nereye kadar.. En sonunda mantıklı bir karar verdim, aç aç gezemezdim ya bütün gün. El değmememiş tesislerde üretilen Pınar reçelimi, Pınar balımı ve Pınar tereyağımı tek tek açtıp yedim. Tamam, kahvaltının içeriği biraz hayal kırıklığı yaratmış olabilir ama tek doyurulması gereken dürtümüz mide açlığı değil ki! En azından kafamı kaldırdığımda ruhumu doyuran şahane bir manzaram vardı..
Kim umardı ki bu kadar yolu tırman ve bu dağ köyünde böyle güzel bir mekan çıksın karşına.. Oldum olası dışarda kahvaltı yapmaya bayılırım. Hele bir de kahvaltı yaptığımız yer, yeşillikler arasında ve de su kenarında ise değmeyin keyfime..
Köydeyiz ya.. Tabii ben kavaltıda köy yumurtası, köy peyniri, tereyağı ve hormonsuz domates bekliyorum, bekle bekle nereye kadar.. En sonunda mantıklı bir karar verdim, aç aç gezemezdim ya bütün gün. El değmememiş tesislerde üretilen Pınar reçelimi, Pınar balımı ve Pınar tereyağımı tek tek açtıp yedim. Tamam, kahvaltının içeriği biraz hayal kırıklığı yaratmış olabilir ama tek doyurulması gereken dürtümüz mide açlığı değil ki! En azından kafamı kaldırdığımda ruhumu doyuran şahane bir manzaram vardı..
Tahtakuşlar köyünde yaşayanların dedeleri Orta Asya kökenliler. (Tamam, hepimizin ana vatanı Orta Asya ama bunlar sonradan Anadolu'ya göç edenlerden) Orta Asya’da Şamanizm’den müslümanlığa geçtiklerinde kendilerine Türkmen adını vermişler. Tahtakuşlar Etnografya Müzesindeki eserlerde Şamanizm’e dair izleri de görebilirsiniz. Orta Asya’dan Moğol baskısı nedeniyle Irak’a kadar gelen Türkmenler Adana yoluyla Anadolu'ya gelmişler ve Toros dağlarına yerleşmişler. Orman ürünlerini işleyerek yaşamlarını sürdürmektelermiş. Tahtacı Türkmen’i olarak anılan bu kişiler, Sultan Mehmet tarafından gemi kerestesi biçtirilmek üzere şimdi bulundukları yere davet edilmişler. Burda hayatlarından memnun olan göçmenler, Sultan Mehmet’in kalma izni vermesi üzerine temelli buraya yerleşmişler. Köyün eski adı Kuşlar Bayırı imiş, sonunda Tahtakuşlar adı yerleşmiş gitmiş.. İşte böyle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder