Yanartaşı görünce başımız göğe erdi mi? Erdi. Gece çok daha büyüleyici olduğunu söylüyorlar ama kısmet olamadı.
"Haydi doğru Ulupınar'a gidiyoruz buradan" dendi. Ama olur mu! Daha Olimpos Antik Kentini görmemişiz, Çıralı'nın uzun sahilinde yürümemişiz. Hadi denize girmeyi geçtim -yanımda mayo olsaydı bu havada biraz zor geçerdim ya neyseee- daha Çıralı'nın sokaklarında kaybolmamışız..
Beldeye geri dönüp sahile çıkan yolu buluyoruz ve ne yazık ki antik kente giden bir araç yolu olmadığını farkediyoruz. Olimpos Antik kentine ulaşmak için kumsaldan biraz yürümek gerekiyormuş, yarım kilometre kadar . Kumda yürümenin verdiği zorluğa sıcak ve açlık da eklenince gerisini siz düşünün artık. Antik kenti de görelim diye tutturduğum için grubun acıkmış kısmına, bu şartlar altında çok da şirin görünmediğimin farkındayım. Sus payı dondurma ısmarlamam durumu ne kadar kurtardı hiç bilemiyorum.
Siz siz olun aracınızla girişe kadar gelebileceğiniz, Adrasan yönündeki diğer kapıyı deneyin.
Antik kent yolunda
Gökçay'ın denizle buluştuğu nokta
Antik kent girişi 2 YTL. Bizimkiler, biletleri almış ve kapıdan girmek üzereler. Fotoğraf sevdamdan hep geride kaldığım için gruptan ayrıymışım izlenimi veriyor olmalıyım ki, girişteki genç arkadaş beni durduruyor. Hop dedik edası ile " Nereye?" diyor. Açıklama yapınca biraz bozulmakla beraber önümden çekiliyor. Kapıdan girer girmez sağda bizi antik mezarlar karşılıyor. Bir tanesi kaptan Eudomos'a ait, üzerinde bir tekne kabartısı var, onun anısına bir de şiirsel bir yazı var, tercümesi;
"Son limana girdi demirledi, hiç çıkmamak üzere
Çünkü ne rüzgardan ne de gün ışığından medet var artık
Işık taşıyan şafağı terkettikten sonra Kaptan Eudomos
Oraya gömüldü, gün misali kısa demirli gemisi kırılmış bir dalga gibi"
Antik kent girişi 2 YTL. Bizimkiler, biletleri almış ve kapıdan girmek üzereler. Fotoğraf sevdamdan hep geride kaldığım için gruptan ayrıymışım izlenimi veriyor olmalıyım ki, girişteki genç arkadaş beni durduruyor. Hop dedik edası ile " Nereye?" diyor. Açıklama yapınca biraz bozulmakla beraber önümden çekiliyor. Kapıdan girer girmez sağda bizi antik mezarlar karşılıyor. Bir tanesi kaptan Eudomos'a ait, üzerinde bir tekne kabartısı var, onun anısına bir de şiirsel bir yazı var, tercümesi;
"Son limana girdi demirledi, hiç çıkmamak üzere
Çünkü ne rüzgardan ne de gün ışığından medet var artık
Işık taşıyan şafağı terkettikten sonra Kaptan Eudomos
Oraya gömüldü, gün misali kısa demirli gemisi kırılmış bir dalga gibi"
Biraz ilerledikten sonra karşımıza bir su kaynağı çıkıyor, yoldan sağa sapan bir patikaya içgüdüsel bir çağrıya uyarak giriveriyorum. Patika antik su yatağı şeklinde devam ediyor. Grubun diğer üyeleri önce benim ortadan kaybolduğumu farketmemiş, farkettiklerinde de uyumsuzluğum öne sürülerek protesto edilmişim, peşimden gelmektense ana yola devam etmişler. Oysa benimle gelselerdi.. Dallarının arasından süzülen ışık hüzmeleri eşliğinde yürürken, biraz serinlemiş olacaklardı, bir sürpriz gibi çalıların arkasından çıkıveren yapı kalıntılarını ve antik lahitleri görme şansları olacaktı..
Lykiarkh'ın anıt mezarı
Bitki ve hayvan motiflerinin yanısıra geometrik desenlerin de işlendiği mozaikler kilisenin hem tavanında hem de tabanında yer almaktaymış. Ancak tabandaki mozayikler 16. yüzyılda meydana gelen bir deprem sonrasında binanın zemininin çökmesi (oturması) ve zeminden bir kaynak suyunun çıkması sonucunda taban suyu içerisinde kalmış. Bugün şapelin zemininde görülen mozayikler tavandan düşen mozayiklermiş.
Mozaikli Yapı
Antik su kanalından oluşmuş yolun sonuna , Mozaikli Yapı denilen şapele varıyorum Bir turistin el işareti ile durduruluyorum. Daha ileriye geçit olmadığını, sırıtarak istersem şansımı deneyebileceğimi söylüyor. Bana kalsa yürümeye devam eder, yeni yol arayışına girerdim de, arkamda kalan protestocuların döndüğümdeki yüz şekilleri aklıma geliyor birden.
Bitki ve hayvan motiflerinin yanısıra geometrik desenlerin de işlendiği mozaikler kilisenin hem tavanında hem de tabanında yer almaktaymış. Ancak tabandaki mozayikler 16. yüzyılda meydana gelen bir deprem sonrasında binanın zemininin çökmesi (oturması) ve zeminden bir kaynak suyunun çıkması sonucunda taban suyu içerisinde kalmış. Bugün şapelin zemininde görülen mozayikler tavandan düşen mozayiklermiş.
Mozaikli Yapı
Akarsu eskiden daha derin olduğu için, antik dönemde tekneler dere boyunca içerilere kadar girebilmekteymiş. Nitekim taşkın önleme duvarının iki yakasında yükleme boşaltma amacıyla yapılmış rıhtım kalıntıları bulunmakta.
Tiyatrodan geriye pek bir şey kalmamış. Nekropol alanınından hızlı geçiyoruz. Daha akropole cıkacağız. Yalnızca bir kişi benimle yukarıya gelmeyi göze alıyor. Tırmanış esnasında kazara birileri düşer bir yerlerini sakatlarsa, yanında haber uçuracak yedek kişi kontenjanına Saliha Abla gönüllü yerleşiyor.
Akropole çıkıp da Akdeniz'in turkuazını geniş geniş seyretmeden dönseydik gözümüze uyku girmezdi biliyorum. Ve 50 metre tırmandıktan sonra en yüksek noktaya ulaşıyoruz. Bir yanımda yeşillikler arasında saklanmış Olimpos Antik Kenti, diğer yanımda Akdeniz'in parlayan çehresi. Bu güzelliğe ulaşmak sıcağa, açlığa ve düşüp sakatlanma riskine sonuna kadar değiyor..
Akropole çıkıp da Akdeniz'in turkuazını geniş geniş seyretmeden dönseydik gözümüze uyku girmezdi biliyorum. Ve 50 metre tırmandıktan sonra en yüksek noktaya ulaşıyoruz. Bir yanımda yeşillikler arasında saklanmış Olimpos Antik Kenti, diğer yanımda Akdeniz'in parlayan çehresi. Bu güzelliğe ulaşmak sıcağa, açlığa ve düşüp sakatlanma riskine sonuna kadar değiyor..
Turizm bakanlığına buradan duyrulur, bence Akropol'ün tepesine tırmanmak için sağlam bir merdiven yapılmalı ki yaşlı-çocuk herkes bu güzelliği görebilsin.. Bir de iki hasır sandalye, bir şemsiye ve soğuk içecek servisi hiç fena olmazdı..
Kuruluşu Helenistik döneme ulaşan Olimpos adını kuzeyindeki 2374 yüksekliğindeki Tahtalı dağlarından almış. Olimpos, "Uludağ" anlamına gelmekteymiş. Kent Gökçay (Akçay) deresini iki tarafında vadiye kurulmuş. Bir denizci kenti olan Olimpos bir süre korsanların egemenliğinde kalmış ve Roma Komutanı Isauricus tarafından kurtarılmış. Limanın uygunluğu ve gemilerin Gökçay üzerinden kent içine kadar girmesinin yarattığı olanaklarla Roma döneminde zenginleşmiş. Bu parlak dönem 3. yy a kadar sürmüş. Haçlı seferleri sırasında Venedik, Cenova ve Rodos şövalyelerinin istilasına uğrayan kent 15. yy'da Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı topraklarına katılmış. O dönemde zaten harabe konumunda olan Olimpos Antik Kenti 'da görülen kalıntılar geç Roma erken Bizans dönemine aitmiş. (Kaynak: Gezi Türkiye-Ekin grubu, antik kent tanıtım tabelaları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder