05.05.2007
İstiklal Caddesinde bir gün..
Arada İstanbul'da yaşayan herkes gibi biz de İstiklal'in çekimine kapılıp gideriz. İstiklal'de klasiğimiz olan programı (Şampiyon'da yemek) yerine getirdikten sonra yeni bir yerlere sokulma ihtiyacımız depreşmeye başladı. Nedense ben bu caddede başım önüme eğik yürümeyi beceremem, köyden indim şehre edasıyla yürüdüğümün farkındayım ama mağaza vitrinlerinden çok tarihi dokunun ince ince işlendiği bina dış cepheleri bana çok daha ilginç gelir. Arada yeni, sıradan, estetikten yoksun yapılar da yok değil tabii. Bir gün fotoğraf makinemi alıp tek tek pasajları dolaşmayı, bu bina cephelerini fotoğraflamayı ciddi ciddi düşünüyorum. Biz tarihimizin değereni ne yazkı ki bilemeyen bir millet olduğumuzdan bu güzelim binalar bir gün rant uğruna yıkılmadan önce elimde birer anıları kalsın istiyorum.
İstiklal'den Tünel'e doğru yürüdük yürüdük yürüdük.. Girilesi görülesi yerlere bakındık. Daha doğrusu ben bakındım, eşimin bakışlarından tek okunan “acaba buralarda gözümden kaçmış başka Puma Mağazası var mı” . Tünel’den Yüksekkaldırım’a doğru ilerlerken, aaaa bir de baktım ki Galata Mevlihanesine gelivermişiz. Daha önce sevgili beyazkedim'in sayfasında görüp de ne zamandır görmek istediğim bir yerdi burası.
Kapıdan girer girmez solda sizi Halet Efendi Türbesi karşılıyor. Türbenin kapısı kapalı, camdan bakıp duamızı ediyoruz.
Halet (Mehmed Said) Efendi, II. Mahmut dönemindeki devlet adamlarından. 1823 yılında Konya'da maktulen öldürüldükten sonra vücudu Konya'ya , başı da Galata Mevlihanesine defnedilmiş. Çıkan dedikodular yüzünden başı burdan alınıp Beşiktaş'taki Yahya Efendi Dergahı'nın Hazire'sine gömülmüş. 1841 yılında ise Halet Efendi'nin başı ikinci kez Galata Mevlihanesi'ne gömülmüş. O zaman açık bir türbe olan alana daha sonra da Şeyh Kudretullah Efendi Türbesi inşaa edilmiş. Sen kalk Mevlihane için sebil, kütüphane, mektep gibi kamu yararına bir sürü yer yaptır ama bir başına sahip çıkılamasınlar! Halet Efendi'nin durumu içler acısı gerçekten..
Mevlihanenin cümle kapısından girdiğiniz andan itibaren sanki bambaşka bir dünyaya adım atmış gibi oluyorsunuz, İstiklal'in tüm gürültüsünü dışarıda bırakıp, rengarenk güllerle bezenmiş bahçeyi gördüğünüzde esrarengiz bir çekimle içeri doğru süzülüyorsunuz, taa ki biletiniz olmadığı için görevli sizi durdurana kadar.. Bilirsiniz, daha önce o mekanda yaşamış insanlar dokundukları eşyalara, temas ettikleri duvarlara enerjilerini bırakırlar. Bir zamanlar bu mekanda hoşgörünün, Allah sevgisinin en yüce şekilde yaşanmışlığından mı yoksa bahçenin caddeden iyi izolasyonundan mıdır nedir, ortamda bir sessizlik, bir huzur hakim. O kadar ki ağaçların altındaki banklarda uzanan hatta uyuyan insanları görünce, huzuru yalnız benim hisetmediğimi anladım. Aman canım, bakmayın benim ağacın altında horul horul uyuyorlar dediğime, benim gibi bir cahil fani beyindeki teta dalgası ile alfa dalgasını ayırmayı ne bilir ki! Böyle bir mekanda insanlar olsa olsa transda olabilir!
Sol tarafta ziyarete açık Şeyh Galip Türbesi , Şeyh Galip zamanında tekke, istanbul’un en önemli kültür merkezlerinden biri haline gelmiş. Mevlevi olan III. Selim aynı zamanda Şeyh Galib’in en yakın dostu olduğundan olsa gerek, o dönem tekke en parlak zamanlarını yaşamış.
Girişin sağında kalan çeşme ise tekkenin ilk günlerinden günümüze kalan tek eser, Ermeni Mühtedisi olan Gümrük emini Hasan Ağa tarafından 1649’da yaptırılmış.
Az ilerde, Hamuşan yani Sessizler Evi denilen mezarlık kısmı yer alıyor.
Mezarlıkta şeyhler, eşleri, kudumzenler, neyzenler, divan sahibi şairler gömülüymüş. Aynı zamanda Türkiye'de ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'nın, mezarı da burada bulunmakta.
Girişin sağında kalan çeşme ise tekkenin ilk günlerinden günümüze kalan tek eser, Ermeni Mühtedisi olan Gümrük emini Hasan Ağa tarafından 1649’da yaptırılmış.
Az ilerde, Hamuşan yani Sessizler Evi denilen mezarlık kısmı yer alıyor.
Mezarlıkta şeyhler, eşleri, kudumzenler, neyzenler, divan sahibi şairler gömülüymüş. Aynı zamanda Türkiye'de ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'nın, mezarı da burada bulunmakta.
Mezar taşlarının hepsi birbirinden farklı şekilde ve ebatta, dahası hepsi birer sanat eseri.
Mevlihanenin gül cenneti bahçesi
Mevlihanenin gül cenneti bahçesi
Ve Semahane. Aslında içeride flaşlı çekim yasak ama ben turizm adına kendimi feda ettim artık. Bizim makinanın flash'ını kapatmayı bir bilsem daha neler çekecektim ama..
O esnada tadilat olduğundan mevlevihanenin alt katlarını görme şansımız olmadı, alt katta çilekeşhaneler bulunmaktaymış, dervişlerin çile çıkardığı külliyelere "Asitane" denmekteymiş.
Mevlevi olmak isteyen Nevniyaz'a, dost, seven anlamına gelen “Muhib”, mevlevilik yoluna girip çile çıkaran, hücrede üç gün sırrolduktan sonra on sekiz gün hücre çilesi bitiren ve "hücre-nişin" olan can'a "dede" veya derviş; Bir tekkeyi idare etmek, muhib ve derviş yetiştirmek yetkisine haiz can'a Şeyh denmekteymiş. Bu yetki Çelebilik makamınca verilerek İcazetname adı verilen mühürlü ve yazılı olarak tevsik edilirmiş.
Mevlihanenin tarihçesi;
Burası 500 yıllık özgeçmişi ile İstanbul’un en eski mevlihanesi olma özelliğini taşıyor. II. Sultan Beyazıd devrinde beylerbeyi olan İskender Paşa'nın av çiftliği üzerine, 1491 yılında inşa edilmiş olan mevlevihanenin ilk şeyhi de Mehmed Semâ-i Çelebi. Mevlevihane, 1766 yılında yangın geçirmiş ve aynı yıllarda bugünkü mevlevihane yaptırılmış. Daha sonraki yıllarda üç kez daha onarım gören Mevlihane yüzyıllarca Türk edebiyatına, musikisine hizmet eden büyük şairler, bestekârlar, hattatlar, mesnevihanlar, semazenler yetiştirmiş. Faaliyetini tekelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar sürdüren mevlevihane 1967-1972 yılları arasında tekrar onarılmış ve Külliye halinde inşa edilmiş. Semahane, şeyh dairesi, derviş hücreleri, hünkâr mahfeli, bacılar kısmı, kütüphane, sebil, muvakkithane, türbeler ve hazineden oluşan ve 1975 yılında, müze olarak hizmete giren Galata mevlevihanesi, diğerleri gibi yüzyıllar boyunca musiki ile bilimi harmanlayarak, Türk kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur.
Tennureler renkli olduğunda her bir rengin anlamı vardır; kırmızı aşkı, güneşin doğuşunu ve batışını temsil eder. Pembe sevgiyi, yeşil ruhun huzura kavuşmasını, sarı aşığın çektiği acıları, beyaz Hz. Muhammed'in nurunu, siyah saflığı, lacivert ise çelebileri temsil eder.
Mevlevi olmak isteyen Nevniyaz'a, dost, seven anlamına gelen “Muhib”, mevlevilik yoluna girip çile çıkaran, hücrede üç gün sırrolduktan sonra on sekiz gün hücre çilesi bitiren ve "hücre-nişin" olan can'a "dede" veya derviş; Bir tekkeyi idare etmek, muhib ve derviş yetiştirmek yetkisine haiz can'a Şeyh denmekteymiş. Bu yetki Çelebilik makamınca verilerek İcazetname adı verilen mühürlü ve yazılı olarak tevsik edilirmiş.
Dönüp gerek Mısır gerek Hint mistisizmine bakınca insanların farklı zaman dilimlerinde, farklı kültürlerde aynı amaç için benzer disiplinlerden geçtiği anlaşılıyor. Hemen hepsinde inisiyasyonun amacı Yaradan’a ulaşma isteği, Yaradanla bir olma isteği.. Ne yazık ki, biz küçük insanlar namaz gibi, oruç gibi nefs terbiyesi için , ruhsal meditasyon için şart olan, yapılması en kolay ibadetleri bile sıradan bir dini ritüel olarak görüyoruz.
Mevlihanenin tarihçesi;
Burası 500 yıllık özgeçmişi ile İstanbul’un en eski mevlihanesi olma özelliğini taşıyor. II. Sultan Beyazıd devrinde beylerbeyi olan İskender Paşa'nın av çiftliği üzerine, 1491 yılında inşa edilmiş olan mevlevihanenin ilk şeyhi de Mehmed Semâ-i Çelebi. Mevlevihane, 1766 yılında yangın geçirmiş ve aynı yıllarda bugünkü mevlevihane yaptırılmış. Daha sonraki yıllarda üç kez daha onarım gören Mevlihane yüzyıllarca Türk edebiyatına, musikisine hizmet eden büyük şairler, bestekârlar, hattatlar, mesnevihanlar, semazenler yetiştirmiş. Faaliyetini tekelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar sürdüren mevlevihane 1967-1972 yılları arasında tekrar onarılmış ve Külliye halinde inşa edilmiş. Semahane, şeyh dairesi, derviş hücreleri, hünkâr mahfeli, bacılar kısmı, kütüphane, sebil, muvakkithane, türbeler ve hazineden oluşan ve 1975 yılında, müze olarak hizmete giren Galata mevlevihanesi, diğerleri gibi yüzyıllar boyunca musiki ile bilimi harmanlayarak, Türk kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur.
Sema törenlerine de katılıp duygusal izlenimlerimi de sizinle paylaşmak isterdim ama kısmet olmadı..
Sema Töreni;
Sema töreni 7 bölümdür. Birinci bölüm "Nat-ı Şerif"le başlar. Peygamberimizi methetmek, Ondan önceki peygamberleri ve Tanrıyı methetmek demektir.
Bu methiyeden sonra bir kudüm darbesi ile Tanrı'nın "Kün=01" emri temsil edilir. Üçüncü bölümde herşeye can veren "Nefes"i temsil eden bir ney taksimi duyulur. Dördüncü bölümde Semazenler birbirine üç kez selam vererek peşrev eşliğinde daire şeklinde yürüyüşe geçerler. Birinci turda "Allah kendini dile getirmek için kainatı yarattı ama hiç birisi Allah'ı dile getiremedi". İkinci turda "Tabiatı yarattı, oradan da dile gelemedi". Üçüncü turda "Hayvanları yarattı ama ordan da hiç biri dile getiremedi". Sonraki bölümde Semazenler siyah hırkalarını çıkartır ve manen edebi aleme doğarlar. Başındaki sikke semazenin nefsinin mezartaşı, tennuresi nefsinin kefenidir. Gerçeğe dönmüştür artık. Kollarını çapraz bağlayarak Bir sayısını temsil eder. Böylece Tanrının birliğine şahadet eder. Şeyh efendinin elini öperek Semaya girme iznini alır ve Sema başlar. Semaya başladıktan sonra sağ el yukarı, sol el aşağı dönük olacak şekilde "Hak'tan alır halka veririz" anlamında kollarını iki yana açar. Sema sırasında yerle teması kesmeden sola doğru döndürülen sol ayağa 'direk', havadaki sağ elin de yardımıyla vücudu sola döndüren havadaki sağ ayağa 'çark' denir. Al! hecesiyle kalkan sağ ayak, 'LAH' hecesiyle çarkı tamamlayarak yere basar.
Sema töreni 7 bölümdür. Birinci bölüm "Nat-ı Şerif"le başlar. Peygamberimizi methetmek, Ondan önceki peygamberleri ve Tanrıyı methetmek demektir.
Bu methiyeden sonra bir kudüm darbesi ile Tanrı'nın "Kün=01" emri temsil edilir. Üçüncü bölümde herşeye can veren "Nefes"i temsil eden bir ney taksimi duyulur. Dördüncü bölümde Semazenler birbirine üç kez selam vererek peşrev eşliğinde daire şeklinde yürüyüşe geçerler. Birinci turda "Allah kendini dile getirmek için kainatı yarattı ama hiç birisi Allah'ı dile getiremedi". İkinci turda "Tabiatı yarattı, oradan da dile gelemedi". Üçüncü turda "Hayvanları yarattı ama ordan da hiç biri dile getiremedi". Sonraki bölümde Semazenler siyah hırkalarını çıkartır ve manen edebi aleme doğarlar. Başındaki sikke semazenin nefsinin mezartaşı, tennuresi nefsinin kefenidir. Gerçeğe dönmüştür artık. Kollarını çapraz bağlayarak Bir sayısını temsil eder. Böylece Tanrının birliğine şahadet eder. Şeyh efendinin elini öperek Semaya girme iznini alır ve Sema başlar. Semaya başladıktan sonra sağ el yukarı, sol el aşağı dönük olacak şekilde "Hak'tan alır halka veririz" anlamında kollarını iki yana açar. Sema sırasında yerle teması kesmeden sola doğru döndürülen sol ayağa 'direk', havadaki sağ elin de yardımıyla vücudu sola döndüren havadaki sağ ayağa 'çark' denir. Al! hecesiyle kalkan sağ ayak, 'LAH' hecesiyle çarkı tamamlayarak yere basar.
Tennureler renkli olduğunda her bir rengin anlamı vardır; kırmızı aşkı, güneşin doğuşunu ve batışını temsil eder. Pembe sevgiyi, yeşil ruhun huzura kavuşmasını, sarı aşığın çektiği acıları, beyaz Hz. Muhammed'in nurunu, siyah saflığı, lacivert ise çelebileri temsil eder.
Sema dört Selam'dan oluşur. Birinci Selam, insanın bilgiyle gerçeğe doğarak Yüce Yaradan’ını ve kendi kulluğunu idrakidir... İkinci Selam, insanın yaratılışından dolayı Tanrının kudreti karşısında hayranlık duymasıdır... Üçüncü Selam, insanın hayranlık ve minnet duygusunun "aşk"a dönüşmesiyle, aklın "aşk" a kurban oluşudur. Bu tam teslimiyettir...Dördüncü Selam insanın manevi yolculuğunu tamamlayıp, kaderine razı olarak, yaratılıştaki görevine, kulluğa geri dönmesidir. Altıncı ve yedinci bölümlerde okunan dualarla Sema töreni sona erer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder