11 Kasım 2007 Pazar

Küre Dağları Milli Parkı I

Haftasonu İstanbul'un keşmekeşini ve sıcağını unutturacak bir yerlere gidelim, mümkün olduğunca şehirden uzak olsun düşüncesiyle hareket edince programa Kastamonu il sınırları içindeki Küre Dağları yazılıyor..
Yola Cuma akşamından çıkıyoruz, sabah 9.00 civarı Küre Dağları Milli Parkı giriş kapısındayız. Kalacağımız tesis “Park Ilıca” milli park sınırları içinde.

Tesise varınca otobüsten iner inmez, eşyalarımızı bir an önce kalacağımız bungolowa yerleştirme derdindeyiz ama kahvaltı hazır olduğu için önce kahvaltıya alınıyoruz. N’apalım aç kalmaktansa programa uyacağız.. Açıkbüfe kahvaltımız standart gıdalardan oluşuyor, dağ başında buna da şükür Kahvaltıdan sonra bungalowlara dağılılıyoruz. Odamız dört kişilik, 4 tane yatağı odaya bir şekilde sığdırmışlar işte. Dekorasyon pek de şık sayılmaz ama yatak ve yorgan ikilisi, titreşimli bir yolculuktan sonra pek iyi geliyor. Gece boyunca gözümü kırpmadığımdan kafam bulanık, bungalowun duvarlarından gelen çam kokusunu duyana kadar evden uzakta bir yerde olduğumun bilincine pek de varamıyorum.. Aaa bir de bakıyorum bizim grubun yarısı çadır konaklamalı tarifeyi seçmişler, patır patır çadırlar kuruluyor, çadırda konaklamanın tadı bir başka ama banyolu bir oda yanıbaşımdayken çadırla hiç işim olmaz.
1 saatlik dinlenme molasından sonra saat 10:30'da yeniden yollardayız, Valla Kanyonu ilk görülecek yermiş. Kanyona giden yol bir hayli bozuk ve virajlı, mümkün olduğunca yavaş ilerliyoruz. Başta ilk defa Karadeniz'in bu kadar doğusuna gelen biri olarak manzaralar çok hoş geliyor bana. Ama yol uzadıkça ve hava kapandıkça içimize bir baygınlık çöküyor.

Kanyon ufukta görünüyor, yağmur bulutları da..

Muratbaşı Köyü'nde araçtan inip yeniden toprağa ayak basıyoruz, bizi yerli rehberimiz karşılıyor. Köyden çıktıktan sonra, 1 km'lik orman içi patika yol bitiminde kayalık bir bölgeye geliyoruz, yeniden tırmanışa geçiliyor. İki taraf da eğimli, yalnızca önüme bakarak ilerlemek en sağlıklısı.. Yukarıda karşılaştığımız manzara bu rizikolu parkura değiyor. Çıktığımız düzlüğün üç tarafı uçurum, adımlarımızı çok dikkatli atıyoruz, mümkün olduğunca kenarlara yaklaşmadan kanyonun devasa duvarlarını hayran hayran seyre dalıyoruz, o esnada şiddetli bir sağanak başlıyor, bu sıradışı manzaraya ani bastıran yaz yağmurunun da eklenmesi,o anı daha da özel kılıyor..

Kanyon, Devrekani Çayı ile Kanlıçay’ın birleştiği bölgeden başlıyor, Cide ilçesi istikametinde 12 km uzunluğunda yan duvar kayaların yüksekliği yer yer 800-1300 metreye ulaşmaktaymış.
1994 yılında İstanbul Teknik Üniversitesinden gelen 4 öğrencinin burada kaybolup 14 gün sonra Cide'de ortaya çıkmasıyla basında "vahşi cennet" tanımlamaları adını duyurmuş. Kanyon içi yürüyüş için ne ekipmanımız var ne de zamanımız..

Yine bir birimize el vererek, orman içi yola geri iniyoruz, iniş tırmanıştan biraz daha zor..

Valla Kanyonundan sonra yeniden Park Ilıca’dayız, bizi enfes bir ziyafet bekliyor.

Patetesli, peynirli, ıspanaklı diye sunulan ama içinde başka nebatların olduğundan emin olduğum gözlemeleri istemediğimiz kadar yiyoruz. Açıkbüfe sıcak gözleme nerde buluruz bir daha.. Öğleden sonra yeniden çıkıyoruz sığınaklarımızdan, gidilecek yer tesisin hemen yukarı kısmında, Ilıca Şelalesi ve Horma Kanyonu.. Gene arabaya doğru bir hamle yapsak da rehberimizce durdurulup, hizaya sokuluyoruz, bu defa yürüyerek gidilecekmiş. Şelaleye varmadan önce Ilıca köyünün içinden geçiliyor ve tekrar orman yoluna girerek patikadan şelaleye ulaşıyoruz. Şelale ve gölet manzarası büyüleyici ama daha etkileyici olan gölet suyunun soğukluğu.

Zarı Çayı'nın Horma Kanyonunu terkettikten sonraki devamı şelaleyi oluşturuyor, yaklaşık 10 metre yüksekliğinde.
"gölette yüzmek tehlikelidir" tabelalarına rağmen suyun cazibesine kapılmamak mümkün değil..

Güneş bir sırıtıp bir yüz çeviriyor. Baktım ki "soğuk moğuk anlamam ben" edası ile herkes kendini suya atıyor, ben de dayanamayıp atlıyorum ama şelaleye kadar varamadan kollarımın uyuşuyor, mecbur geri dönüyorum. Gölet sonrası yaşadığımız, serinlemekten çok kendine gelme duygusu. Kimsede yol yorgunluğundan eser kalmıyor , biz buraya keşke sabah gelseydik, baygın baygın dolanmazdım öğleye kadar..

Göletten aldığımız enerjiyle yeniden tırmanışa geçiyoruz, Ilıca Göletinini yüksekten seyrediyoruz.

Sonra da farklı bir istikametten yeniden inişe geçerek Horma Kanyonu'nun giriş kısmına geliyoruz.

Horma Kanyonu ağzında ufak bir fotoğraf molası veriyoruz. Kanyon girişindeki kaya oluşumları, suyun aşındırması sonucu ilginç şekiller almışlar, görülmeye değer bir manzara..

Rehberimiz de fotoğraf çekmeye en az benim kadar meraklı, durum böyle olunca yorucu bir treking beklemiyoruz. Dura kalka, laylaylom gidiyoruz. Gerçek manada treking amacıyla gelenler sıkılabilir ama benim için biçilmiş kaftani, hem çiçek böcek fotoğraflıyayım hem etrafı seyredeyim hem de yorulmayayım, daha ne isterim. Dönüşte, Ilıca Köyü'nde tipik Karadeniz mimarisini yakından inceleme fırsatım oluyor.

Eski evlerin bazılarında yığma tekniği kullanılmış. Yığma tekniğinde, ahşap hatılların veya kabaca düzeltilmiş kütüklerin köşelerde açılan ve boğaz adı verilen kertikler vasıtasıyla birbiri üzerine bindirilmesi ile duvarlar oluşturuluyor. Ayrıca bu hatıllar sübek adı verilen ağaç çivilerle desteklenmekte.

Ahşap karkas tekniğiyle yapılan başka bir ev.. (Bu teknikte bina ahşap dikme ve kirişlerin büyük çivilerle birbirine çatılması ve bir iskelet oluşturulmasını takiben çatkının arası çeşitli şekillerde doldurularak iç ve dış duvarlar meydana getirilir) Denildiğine göre ahşabın özelliklerini sağlayan bir yapı türüymüş.

Tekrar Ilıcapark’a döndüğümüzde ızgaraları görünce yemeğe az kaldı diye seviniyorum ama nerdeeeee.. Burada bizden başka kalanlar da var, bizim grubun akşam yemeğine daha 2 saat varmış ve ızgara köfteler başkaları içinmiş.

Yemek hazır olana kadar kampçı arkadaşların neşeli muhabbetlerine seyirci olarak katılıyoruz. Hem yorgunlar, hem evsizler, hem de çok enerjikler, işte gezgin ruhu budur! Akşam yemeğinden sonra çadır mahallesinde özel izinle kamp ateşi yakılıyor, doğrusu niyetim yemekten hemen sonra gidip yatmak ama kamp ateşinin sıcağındaki gece sohbetinden bir türlü kopamıyorum, tur şirketinin rehberleri olduğunu sonradan idrak ettiğim arkadaşlar, anılarını anlatırlarken bizi kırıp geçiriyorlar.

Daha ayrıntılı bilgi için aşağıdaki bağlantılardan sevgili Muzaffer Erdem'in bloguna göz atabilirsiniz.
Küre Dağları Milli Parkı



Hiç yorum yok: