Bugün kahvaltı sonrası gidilecek ilk yer Azdavay sınırları içindeki Zümrüt Köyü, ekotarım projesinin başlatıldığı örnek köymüş. Ekotarım nasıl yapılıyormuş yerinde göreceğiz. Bugün de hava değişken bir ruh hali içinde. Her döndüğümüz kavşaktan sonra yeni bir manzara çıkıyor kaşımıza, panaromik manzaralardan oluşan bir slayt gösterisi gibi ama burada çeşitli açılardan bakma lüksümüz de var. Köy bir hayli yüksekte (vadiden 1000 metre imiş, rakımı bilemiyorum) ve yollar bozuk, köye varmamız saatler sürüyor ama değiyor.
Köy yolunda bize rehberlik yapmak üzere Ilıca Köyü yerlilerinden bir kişi de var yanımızda. Amcaya otobüsten iner inmez ekolojik çiftlikleri soruyoruz. “Ne çiftliği! Gördüğünüz her yerde yapılıyor ekolojik tarım”. Köyde in cin top atıyor, yerli rehberimiz , buraya has iletişim yöntemiyle köyde kimse var mı diye denetliyor. “Hoooo, köyde kimse yok mu! Misafirler geldi!" Nice sonra aynı yüksek volümle kaşılık geliyor, köyde yaşayan birileri varmış. Bizi en fazla sevindiren , ekolojik köyün ekolojik kirazlar taşıyan ağaçları oluyor.


Bir zamanlar köye gelen yabancıların ağırlandığı köy odası.


“Hoş geldiniz köyümüze, beğendiniz mi köyümüzü?”
“O da soru mu teyze! Köyünüz beğenilmeyecek gibi değil, havası bir başka, meyvası bir başka, yeşili bambaşka..”
“Yok, bazı gelenler beğenmiyollar da!”
Köyün hemen yukarısında pansiyon olarak kullanılan konak pahalı geliyormuş ziyaretçilere, o yüzdenmiş olumsuz eleştiriler..
Sentetik rengarenk bir fistan ve işlemeli yeşil bir yelek var üzerinde, bu yeleklere "delme" denmekteymiş. Ve önünde de kumaşının buraya has olduğu önlükle kıyafet tamamlanıyor. Bu özgün kıyafeti köydeki çoğu kadında görmek mümkün, köyün milli park sınırları içersinde olması hasebiyle yerel kıyafetleri zorunlu tuttukları falan yok tabii, hangi rengin ne gibi bir etkiye sahip olduğunun farkındalar mı bilmem ama turuncu ve sarı ağırlıklı elbiseleriyle bize pozitif elektrik verdikleri kesin..
"Teyzecim kıyafetin çok güzel, çok yalışıyor size."
"Geleceğinizi bilsem öteki elbiselerimi giyerdim, bunlarla ben dama gidiyom, mallarım var benim".
Öyle havadan sudan biraz daha konuşurken;
“Eğer daha çok kalacaksanız, gidip yufka açayım size” deyince, Allah beni affetsin "acaba bu gözleme partisi de fiyata dahil mi" diye geçiriyorum içimden, teyzenin bizi misafir olarak kabül edip, böyle bir güzellik yapacağına aklım mantığım ermiyor önce.. İçim iyice kaynıyor teyzeye, şimdi bu güzel insanla bir hatıra fotoğrafı çektirmeden gidilir mi burdan! Tek sıkıntısı bu resimlerin nette yayınlanmasıymış, laf oluyormuş. İzin çıkmasaydı yayınlamayı düşünmüyordum da.

Bir ara yanımıza yine köy sakinlerinden yaşlıca bir amca geliyor, "Birer fincan kahvemi için, misafirim olun” diyor. Bu köy gerçekten ekolojik, insanları bile katıksız, hiç tanımadığı insanlara tanrı misafiri gözü ile bakmak hangi devirde kaldı? Demek hala insanlığımızı koruyabiliyoruz, demek Anadolu hala Avrupa’nın medeniyet dediği dejenerasyona yenik düşmemiş..
Teyzeyi düzlükte bırakıp yeniden en iri ve en lezzetli kiraz ağacını bulma yarışının içindeyiz. Ve mutlu son, o kirazı buluyoruz, çok geçmeden ekibin geri kalanı da aynı kiraza musallat olmaya başlıyor, bu sıcak kaynaşmanın kirazın cazibesinden olmadığını nice sonra anlıyorum, sağanak iyice kuvvetlenmiş, sığınacak başka yer yok. Baktık ki sağanağın duracağı yok, ağacın altında akşamı edeceğiz , tabana kuvvet otobüse doğru koşmaya başlıyoruz.
Sanmayın poz vermek için bir araya geldiler..

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder