11 Kasım 2007 Pazar

Küre Dağları Milli Parkı - III

Zümrüt Köyünden sonra Azdavay sınırları içindeki Çatak Kanyonu'nu görmek üzere yeniden yola düşüyoruz.

Kanyon içi yürüyüş gene yok, kısa orman içi yürüyüşten sonra, belirli bir yerden kanyonun azametini seyredip geri döneceğiz.
Çatak Kanyonu, dünyanın 4. büyük Kanyonu olma özelliğine sahipmiş, Valla Kanyonu kadar zorlu bir parkur değil ama yine de teçhizatsız yürünmemesi gerekiyor.

1 kilometrelik orman içi yürüyüşten sonra 900 metre yukarıdan kanyonu seyredeceğimiz bölgeye geliyoruz.

"Uçurumun kenarında biraz daha yaklaşsam mı acaba? Yok yok, burası daha emniyetli" iç çatışmasını yaşayarak dolanıyoruz. Yeni makinamla derinlik duygusunu daha iyi verebilmek için farklı ayarlarda resimler çekip duruyorum, ama hava kapalı olduğu için yakını bile net alamayan görüntüler çıkıyor..

Yine arabamıza doluşup Azdavay üzerinden Pınarbaşı ilçesine doğru yola çıkıyoruz. Buralarda bir Paşakonağı varmış, tam odun olarak satılacakmış ki, son anda restorasyonla kurtarılıp pansiyona çevrilmiş, son olarak görmeyi planladığımız mekan.

Paşanın çamaşır gününe rast gelmişiz. :))

Üst katta yataklı odalar olduğu için yalnızca alt kata ziyaret izni var. Alt katta loş bir resepsiyon, perişan durumda bir toplantı salonu ve bir de kafe - bar olarak işletilen başka bir oda yer alıyor.
Bahçede alabalık havuzları ve çeşitli köşelerinde ahşaptan yapılma alet ve yapılar mevcut.

Resepsiyonda şahit olduğum konuşmalardan uzun süre dolu olduklarını öğreniyorum. Şahsen burada 1 hafta kalmak için tatile çıkarmıydım? Konağın yaşını göz önünde tutunca biraz düşünürdüm..

Paşakonağı, 150 yıllık tarihi geçmişe sahip. Mirasçıları tarafından 5 milyar karşılığında odun olarak satılığa çıkarıldığı öğrenilince , kaymakamlık olaya el koymuş ve konağı 10 yıllığına kiralamış. İsviçre Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Hollanda Büyükelçiliği, Garanti Bankası, Kastamonu Valiliği ve Pınarbaşı Kaymakamlığı'nın destekleriyle 1 yılda restore edilen konak 8 odası ve 30 yatak kapasitesi ile hizmete sunulmuş.

Paşakonağı ağız tadıyla son gezdiğimiz yer oluyor, zaman kısıtlılığı nedeniyle Saranbolu'da yalnızca yemek molası verilecek kadar, zamanımız var. Ekibin bir kısmının ağzından Safranbolu tandırı düşmeyince bizi de alıyor bir merak, otobüsden iner inmez çevredeki tarihi dokuya, geleneksel Safranbolu evlerine hiç yüz vermeden buranın en iyi tandır kebapçısını aramaya başlıyoruz. Bir polis memuruna soruyoruz, bize birkaç yer ismi veriyor, zaman sıkıntımız yüzünden en yakınında karar kılıyoruz.

Kadıoğlu Şehzade Sofrası’nı görünce adımlarımız iyice hızlanıyor, girişten sonra merdivenle avlu işlevini gören kısma iniyoruz.

Kebaplarımız gelinceye kadar restoranın mutfağı haricindeki her yere göz atma fırsatım oluyor. Dekorasyonuna duyduğum hayranlığı tandırına duyamıyorum ama siz bana bakmayın derim, etcimen bir ağız tadım olmadığından belki benim için "eh işte!" olan başkasına enfes gelebilir..
Yemek sonrası kalan zamanı en iyi şekilde değerlendirmek adına, Safranbolu sokaklarına koşuyoruz.
Aman Allahım, burayı da Çinliler basmış! Buraya has, burayı hatırlatan hediyelik eşyalar almak isteyen biri için geleneksel Safranbolu ev maketlerinden ve magnetlerden başka alacak birşey yok nerdeyse.. Maaliyeti ucuza getirmek için belki maketler de Çin'den sipariş ile geliyor, kim bilir..

Yoluma çıkan bir sokak ressamını fotoğraflama çabasındayken eşimle birbirimizi kaybediyoruz, endişem cep telefonumun da onda kalması değil, yalnızca yanımda hiç para olmaması. Ya kazara bir şeyler beğenirsem çarşıda, nice olur benim halim!
Neyse, kaybolmaca uzun sürmüyor, tesadüfen gene karşılaşıyoruz başka bir sokakta..
Bu gezimiz bir nevi vizibilite çalışması şeklinde oldu, kısa zamanda çok iş yapma gerekliliği nedeniyle ancak belirli yerlere uğranabildi. Küre Dağlarının ne kadar çok gizli cennet barındırdığını bu geziden sonra anladım..



Hiç yorum yok: