1 Temmuz 2007..
Sabah sabah düştük yollara.. Tıngır mıngır vardık gene yeşilin memleketi Adapazarı-Bolu diyarına. İlk molamızı Körfez civarında Gölcük Tersanelerine bakan bir çay bahçesinde veriyoruz, kahvaltısız yola çıkmak olmaz tabii..
Sabah sabah düştük yollara.. Tıngır mıngır vardık gene yeşilin memleketi Adapazarı-Bolu diyarına. İlk molamızı Körfez civarında Gölcük Tersanelerine bakan bir çay bahçesinde veriyoruz, kahvaltısız yola çıkmak olmaz tabii..
Ve ikinci mola yerimiz Akyazı, ızgaralık malzeme almak için.. Rehberimiz bizi şehir merkezindeki bir çay bahçesine oturtup alışverişe çıkıyor, ilk defa geldiğimiz bir yerde oturup beklemek mi? Asla! Zamanımız yettiğince orayı kurcalamamız lazım. Sessiz sessiz rehberimizin gittiği caddenin karşı kaldırımınından, bir gözümüzde rehberde yürüyerek ilerliyoruz, onlar geri döner dönmez biz de takılacağız peşlerine..
Sucuklarımızı taze taze seçip tekrar yola koyuluyoruz. Akyazı’ya bağlı Dokurcun Kazası yakınlarındaki Akyokuşkavağı (Tavşansuyu) köyü vardığımız son yerleşim yeri oluyor. Köyden dağa doğru tırmanan Tavşansuyu deresinin de kardeşlik yaptığı toprak yoldan aracımızla devam ediyoruz. Bence arabanız kıymetliyse ya da cibiniz yoksa o yolu yürüyerek çıkın. Yolun bozuk ve virajlı olması hasebiyle oldukça yavaş ilerlerlediğimizden, yatağı dar gelen yatağında coşan, kimi yerlerde şelale olup akan dereyi de doya doya seyretme şansımız oluyor.
9 km’lik toprak yol bitiminde, bir sürpriz gibi karşımıza çıkıveren fevkalade bir manzarayla karşılaşıyoruz..
Yeşilin kucağında sakin sakin oturan turkuaz bir göl.. Beş altı dakika göle aynı noktadan ya baktık ya bakmadık, göl çevresindeki patika yolu gözümüze kestirir kestirmez gene hareket moduna geçtik. Hemen her köşeden gölün muhteşem manzarasını yakalamak için yürüme mesafesi dahilindeki en uç noktaya kadar yürümezsek olmazdı. Güneş her köşeden farklı yansıyor, her köşeden ayrı bir tonunu yakalıyorsunuz turkuazın.. Meşe ve köknar ağaçlarından kalan ve gölün içinde hala direnen ağaç gövdeleri, "işte budur" dedirten bir güzellik sunuyor göze..
1200 metre rakımdaki göl, 300 yıl önce heyelan sonucu Hongurdak Deresi’nin önünün kapanması ile oluşmuş. Su zamanla yükseldiğinde ağaçların dalları nemden dolayı çürümüş ve geriye kala kala gövdeleri kalmış.
Çok önceleri gölde tedavi amacıyla kullanılan bir sülük türü yaşamaktaymış. 1976 yılında akıllı birileri göle üretim amacıyla bölgenin ekosistemine yabancı balıklar bırakmış sonra da gölde sülük mülük kalmamış. Sülüğün yalnızca vücuttaki fazla kanı aldırmak için kullanıldığını düşünmeyin sakın, sülüklerin bünyesindeki özel enzimler sayesinde migrenden yüksek tansiyona, astıma kadar geniş bir yelpazede tedavi amacıyla günümüzde halen kullanılmakta..
Gölün doğu yamacına baktığımızda heyelanın izlerinin hala silinmediği açıkça görülebiliyor.
1200 metre rakımdaki göl, 300 yıl önce heyelan sonucu Hongurdak Deresi’nin önünün kapanması ile oluşmuş. Su zamanla yükseldiğinde ağaçların dalları nemden dolayı çürümüş ve geriye kala kala gövdeleri kalmış.
Çok önceleri gölde tedavi amacıyla kullanılan bir sülük türü yaşamaktaymış. 1976 yılında akıllı birileri göle üretim amacıyla bölgenin ekosistemine yabancı balıklar bırakmış sonra da gölde sülük mülük kalmamış. Sülüğün yalnızca vücuttaki fazla kanı aldırmak için kullanıldığını düşünmeyin sakın, sülüklerin bünyesindeki özel enzimler sayesinde migrenden yüksek tansiyona, astıma kadar geniş bir yelpazede tedavi amacıyla günümüzde halen kullanılmakta..
Gölün doğu yamacına baktığımızda heyelanın izlerinin hala silinmediği açıkça görülebiliyor.
Maalesef gölün sularının ne kadar çekildiği kenardaki toprak hattından belli oluyor.
Bu manzaradan kopup gitmek kolay değil, bunu rehberimiz de çok iyi biliyor olmalı ki yemek molası da burada veriliyor. Kimi arkadaşlar hazırlıklı geldiği için gölün serin sularına kendilerini bırakırken kimimiz de benim gibi göl çevresini keşfe çıkıyor.
Sucuk ekmekler yendikten sonra artık uzun bir yürüyüşe hazırız. Gölün kenarından orman içine giren toprak yol ilk defa treking faaliyetinin başladığı nokta oluyor. Yokuş aşağı ilerlerken günün ilk ve son dağ çileğine rastlıyorum, fotoğraf hızlı alındığı için biraz kötü de çıksa, tek dağ çileği gören kişi olma gururu ile yürüyüşüm biraz kasıntılı bir hal alıyor. :)) Önümüze çıkan yapay su arkında durup geride kalanları beklerken, suyun içilebilir mi, hijyenik gibi kaygıları anında unutup pet şişeleri dolduruyoruz, kana kana içiyoruz, sonra da suya parelel seyreden sağdaki patika yoldan devam ediliyor. Patika dar, sol taraf oldukça eğimli, kayıp aşağı yuvarlanma riski fazla, mecburen tek sıra halinde ilerliyoruz, kimi yerlerde patika diye bir oluşum zaten yok, su arkının içine dalmak durumundayız, ama akrobasi yeteneğinizi kullanıp kenarlardaki taşlara basarak da ayakkabınız ıslanmadan yürüyüşü sonlandırmak mümkün.
Bu manzaradan kopup gitmek kolay değil, bunu rehberimiz de çok iyi biliyor olmalı ki yemek molası da burada veriliyor. Kimi arkadaşlar hazırlıklı geldiği için gölün serin sularına kendilerini bırakırken kimimiz de benim gibi göl çevresini keşfe çıkıyor.
Sucuk ekmekler yendikten sonra artık uzun bir yürüyüşe hazırız. Gölün kenarından orman içine giren toprak yol ilk defa treking faaliyetinin başladığı nokta oluyor. Yokuş aşağı ilerlerken günün ilk ve son dağ çileğine rastlıyorum, fotoğraf hızlı alındığı için biraz kötü de çıksa, tek dağ çileği gören kişi olma gururu ile yürüyüşüm biraz kasıntılı bir hal alıyor. :)) Önümüze çıkan yapay su arkında durup geride kalanları beklerken, suyun içilebilir mi, hijyenik gibi kaygıları anında unutup pet şişeleri dolduruyoruz, kana kana içiyoruz, sonra da suya parelel seyreden sağdaki patika yoldan devam ediliyor. Patika dar, sol taraf oldukça eğimli, kayıp aşağı yuvarlanma riski fazla, mecburen tek sıra halinde ilerliyoruz, kimi yerlerde patika diye bir oluşum zaten yok, su arkının içine dalmak durumundayız, ama akrobasi yeteneğinizi kullanıp kenarlardaki taşlara basarak da ayakkabınız ıslanmadan yürüyüşü sonlandırmak mümkün.
Tahminim 4-5 km süren patika başka bir toprak yola çıkıyor. Haliyle herkes bu tehlikeli parkurun bitiminde bu yola kavuşunca bir rahatlama hissediyor, o kadar ki yolun kenarında sere serpe yayılıp kalıyoruz. Toprak yol yine yokuş aşağı, en az enerji sarfettiren türden yani.. Yol bir müddet sonra daha düzleşiyor, ormanlık alandan çıkıyor ve bize uçsuz bucaksız manzaralar sunuyor.
Yolun sonuna doğru tarla çitleri, tepelerde ahşap evler belirmeye başlayınca başka bir yerleşim yerine yaklaştığımızı anlıyoruz.
Köy çeşmesinin hemen yanıbaşında bir dinlenme molası daha veriliyor. Köy evlerinin seyrek dağılımı ve ahşap mimari "artık Karadeniz sınırları içindesiniz" mesajı veriyor.
Buradan sonra Çubuk Gölü’ne yürümek pek akıl karı değilmiş, neyse ki aracımız bizden önce gelmiş buraya. (Bu Çubuk Gölü, Göynük sınırları içindeki Çubuk deği) Gölü en güzel gören yerde duruyor aracımız, zira göle yaklaştıkça manzara çirkinleşiyor, birileri gölün bir kısmını tel örgü ile çevirmiş, gölün kenarındaki taş yapı ve hurda parçaları sanki bu güzelliğe inat, özellikle bırakılmış buraya..
Gölün çevresi sazlıklarla çevrili, çok yürümeye pek müsait değil, zaten yürümek istesek de vaktimiz kısıtlı.. Sülüklügöl’ün yolunun kötü olması, ulaşım problemi olması, belki de onun daha bakir kalmasını sağlamış ama Çubuk Gölü maalesef istilaya uğramaktan kurtulamamış.
Gölün çevresi sazlıklarla çevrili, çok yürümeye pek müsait değil, zaten yürümek istesek de vaktimiz kısıtlı.. Sülüklügöl’ün yolunun kötü olması, ulaşım problemi olması, belki de onun daha bakir kalmasını sağlamış ama Çubuk Gölü maalesef istilaya uğramaktan kurtulamamış.
Çubuk Gölü’den sonraki durağımız Tavşansuyu Köyü’nün hemen aşağısında yer alan Tavşansuyu Alabalık Tesisleri.
Burası yapay bir güzelliğe büründürülmüş, sonradan düzenlenmiş bir peysajla mesire yeri haline getirilmiş, kötü mü olmuş? Hayır, yeşilin miktarını, yerini, şeklini insanlar da ayarlasa her zaman güzel, her zaman çekici..
Resimlerin tümünü görmek için tıklayın (slayt gösterisi şeklinde izlerseniz daha kaliteli bir görünüm elde edersiniz)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder