1 Temmuz 2007..
Sabah sabah düştük yollara.. Tıngır mıngır vardık gene yeşilin memleketi Adapazarı-Bolu diyarına. İlk molamızı Körfez civarında Gölcük Tersanelerine bakan bir çay bahçesinde veriyoruz, kahvaltısız yola çıkmak olmaz tabii..
Sabah sabah düştük yollara.. Tıngır mıngır vardık gene yeşilin memleketi Adapazarı-Bolu diyarına. İlk molamızı Körfez civarında Gölcük Tersanelerine bakan bir çay bahçesinde veriyoruz, kahvaltısız yola çıkmak olmaz tabii..

Sucuklarımızı taze taze seçip tekrar yola koyuluyoruz. Akyazı’ya bağlı Dokurcun Kazası yakınlarındaki Akyokuşkavağı (Tavşansuyu) köyü vardığımız son yerleşim yeri oluyor. Köyden dağa doğru tırmanan Tavşansuyu deresinin de kardeşlik yaptığı toprak yoldan aracımızla devam ediyoruz. Bence arabanız kıymetliyse ya da cibiniz yoksa o yolu yürüyerek çıkın. Yolun bozuk ve virajlı olması hasebiyle oldukça yavaş ilerlerlediğimizden, yatağı dar gelen yatağında coşan, kimi yerlerde şelale olup akan dereyi de doya doya seyretme şansımız oluyor.
9 km’lik toprak yol bitiminde, bir sürpriz gibi karşımıza çıkıveren fevkalade bir manzarayla karşılaşıyoruz..


Çok önceleri gölde tedavi amacıyla kullanılan bir sülük türü yaşamaktaymış. 1976 yılında akıllı birileri göle üretim amacıyla bölgenin ekosistemine yabancı balıklar bırakmış sonra da gölde sülük mülük kalmamış. Sülüğün yalnızca vücuttaki fazla kanı aldırmak için kullanıldığını düşünmeyin sakın, sülüklerin bünyesindeki özel enzimler sayesinde migrenden yüksek tansiyona, astıma kadar geniş bir yelpazede tedavi amacıyla günümüzde halen kullanılmakta..
Gölün doğu yamacına baktığımızda heyelanın izlerinin hala silinmediği açıkça görülebiliyor.

Bu manzaradan kopup gitmek kolay değil, bunu rehberimiz de çok iyi biliyor olmalı ki yemek molası da burada veriliyor. Kimi arkadaşlar hazırlıklı geldiği için gölün serin sularına kendilerini bırakırken kimimiz de benim gibi göl çevresini keşfe çıkıyor.
Sucuk ekmekler yendikten sonra artık uzun bir yürüyüşe hazırız. Gölün kenarından orman içine giren toprak yol ilk defa treking faaliyetinin başladığı nokta oluyor. Yokuş aşağı ilerlerken günün ilk ve son dağ çileğine rastlıyorum, fotoğraf hızlı alındığı için biraz kötü de çıksa, tek dağ çileği gören kişi olma gururu ile yürüyüşüm biraz kasıntılı bir hal alıyor. :)) Önümüze çıkan yapay su arkında durup geride kalanları beklerken, suyun içilebilir mi, hijyenik gibi kaygıları anında unutup pet şişeleri dolduruyoruz, kana kana içiyoruz, sonra da suya parelel seyreden sağdaki patika yoldan devam ediliyor. Patika dar, sol taraf oldukça eğimli, kayıp aşağı yuvarlanma riski fazla, mecburen tek sıra halinde ilerliyoruz, kimi yerlerde patika diye bir oluşum zaten yok, su arkının içine dalmak durumundayız, ama akrobasi yeteneğinizi kullanıp kenarlardaki taşlara basarak da ayakkabınız ıslanmadan yürüyüşü sonlandırmak mümkün.




Gölün çevresi sazlıklarla çevrili, çok yürümeye pek müsait değil, zaten yürümek istesek de vaktimiz kısıtlı.. Sülüklügöl’ün yolunun kötü olması, ulaşım problemi olması, belki de onun daha bakir kalmasını sağlamış ama Çubuk Gölü maalesef istilaya uğramaktan kurtulamamış.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder