
Gayet iyi gidiyorduk, yürüyüş yolunun ikiye ayrıldığı bir noktada sola yani park sınırları dışına yani vahşi doğaya doğru rotamızı çizdik. Bir müddet sonra önümüzde köylüleri fark ettik. Demek ki yakınlarda bir yerlerde bir köy var. Derken köylüler gözden kayboldu, uzaklardan köpek havlama sesleri gelmeye başladı. Oylamaya sunduk, devam mı, dönelim mi? Köpek konusunda hepimiz tırsak çıktık, macera ruhumuzu oracıkta bırakarak, arkamıza bir daha dönmeksizin gerisin geri döndük. Saptığımız noktaya geldikten sonra ilerlerken gene yol ikiye ayrıldı, yine sola dönen başka bir yola girdik.
Doğal olarak benim fotoğraf sevdam yüzünden yolun büyük bir kısmında eşim ve görümcem benden her zaman 100 m ileride yol aldı. Taa ki birileri beni “ ya makinan ya ben!” diye tehtit edene kadar..

Yolun sonuna geldiğimizi öncelerden fark eden basiret sahibi Özkancım (Eee! Bir outdoor Özkan kolay olunmuyor) beni uyarsa da ben iddialı bir şekilde yürüyüşüme devam ettim ve kendi gözlerimle hurda arabaların son durağı halini almış, tel örgülerle çevrilmiş çıkmazı görünceye kadar pes etmedim.

Neyse.. Amaç yürüyüş değil mi? Nolur 1-2 kilometre fazla yürüsek!

Geri dönüp doğru sandığımız rotada devam ettik. Gene sıradan şehir insanlarını görünce doğru yolda olduğumuza artık kani olduk.
Böyle yorucu yürüyüşlerle neden kendimizi paraladığımızı evime her geldiğimde yeniden idrak ederim. Tabii ki evimizi daha çok sevmemiz için..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder