15 Mart 2009 Pazar

Doğu Karadeniz 2007 (Black Sea Region Journey, 2007) - Çeymakçur Yaylası (Plateau Ceymakcur)


Aşağı- Yukarı Çeymakçur Yaylası (03.09.2007)

Sabah 8:00 gibi kahvaltı hazır, yöresel ürünler ekstraya giriyormuş, kahvaltı gaaaayet standart, domates, peynir, zeytin.. Saat 9:00 gibi arabayla yola çıkıyoruz. Karadeniz yaylası göreceğiz heyecanı ile dolmuşun en önüne kuruluyoruz. Yaklaşık 1500 metrede daha önce dağdan yuvarlanmış buzulu görmek için mola veriyoruz. Aşağı Çaymekçur denilen yaylaya kadar araçla gidiyoruz, yukarı Çaymekçur’a kadar yürüyerek çıkılacakmış. Denildiğine göre en kolay parkurlardan biriymiş. İlk gün olduğu için olsa gerek bana hiç de kolay gelmiyor, biraz zorlanıyorum. :( Yukarı Çaymekçur rakımı yaklaşık 2000 metre. Yukarı Çaymekçur’da bir yayla evine misafir oluyoruz. Hatice Teyze vadinin karşı kıyısında , Celal ile bağırarak iletişime geçiyorlar. Hatice Teyze eve gelene kadar teyzenin yakınları bizi evin bahçesine buyur ediyorlar, herkesin pili bitmiş durumda, bulduğumuz yere yığılıp kalıyoruz.
Celal ile Hatice Teyzenin muhabbeti evlere şenlik, Celal’in Hatice teyzeme sevgisi bitmek bilmiyor, gel bir daha sarılalım, özledim seni derken Hatice Teyze elinde sopası ile Celal’in kafasına indirdi indirecek.. :))) İşte o an..

Bir yandan da ayranlar hazırlanıyor, bu yürüyüş sonunda serin serin ayranlar pek bir iyi geliyor herkese. Hatice Teyze misafirlere alışık, herkesle ayrı ayrı sarılıyor, fotoğraf çektiriyor.
Dönüşte dereye gireceğiz, serinliyeceğiz ama yanımızda mayo yok, bazıları da yüzmek için uygun yer yok diye bulunduğu yerden inmeyip “cool” takılıyor. :)

Ancak ayaklarımı sokarak istifa edebiliyorum bu serinlikten. Sema arkadaşım da suya girmek isteyip de iç geçirenlerden. Ama Allah’ın sevgili kulu işte.. Dileği çok geçmeden gerçekleşiyor, bulunduğu yerden sağa sola laf yetiştireceğim derken, kaşla göz arasında derenin içine düşüveriyor, neyse ki düştüğü yer bir yarık olduğundan sürüklenmeden kolundan yakalayıp çıkarıyoruz onu. Nilgün de yarım saat mi desem bir saat mi desem tam biz toplanıp gitmeye karar vermişken, dereye girmeye karar veriyor. :)) Girmesi ile soğuktan çıkması dakikalar sürüyor ama “ben de girdim o soğuk suya” diyebilecek olmanın gururu başka canım!

Aşağı Çaymekçur’a arabayı bıraktığımız yere geliyoruz. Bugün menüde sucuk ekmek var, yemek hazırlanana kadar Aşağı Çaymekçur Köyünün kıyısına kadar yürümeye devam ediyoruz. İyi ki de devam etmişiz, bir de umumi lavabo buluyoruz, dağda nimet sayılabilecek bir durum.

Çaymekçur adı çermakcur’dan gelmekte. Çermakçur (çermak = beyaz, çur =su) Ermenice kökenli, asıl rakı anlamına gelmekte. Evlerin hemen hepsi yöreye özgü ahşap mimari örneği. Daha çok Güroluk Köyü sakinleri burada ikamet etmekteymiş.
Yaylacılığın amacı yazın sıcaklardan kaçıp serin hava arayışı değil, hayvanların otlak ihtiyacını karşılamakmış. Yaylada kışa hazırlık olarak ot biçilip kurutuluyor, hayvanların kışlık yiyeceklerinin bir kısmı bu kurutulmuş otlardan oluşuyor. Açıkçası önceden neden yayladan ot biçilip sırtlarda taşındığına bir anlam veremezdim.

Çaymekçur’da sucuk ekmeklerimizi yedikten sonra bir canlanma başlıyor grupta yeniden, arabadan gelen müzik sesinin etkisi mi bu bilemiyorum. Horon oynamayı azıcık bilenler bize kısa bir şov yapıyor. Nilgün, Nesibe ve Celal’e buradan tekrar teşekkürler..

Biz de kendi bildiğimiz havalarda kendi çapımızda oynuyoruz işte..

Yemek sonrası hareket zamanı.. Galer Düzüne kadar yürüyerek ineceğiz, bu arada hava giderek kapanmakta. Yolda hafif bir çilenti başladığında yağmurluklarımızı yanımıza gezdirmeye getirmediğimizi anlıyoruz. Galer düzüne kadar ormanlık bölgeden yürüyeceğiz, bu güzelim yeşili , coşkun dereleri seyrederken yağmur kimin umurunda.

Bizim doğayı sevdiğimiz kadar doğa da bizi seviyor olmalı ki karşımıza sürekli böğürtlenler çıkarıyor.


Galer Düzü, adından anlaşılabileceği gibi düzlüğü geniş bir bölge, Ağustos ayında yayla şenliklerine de ev sahipliği yapmaktaymış.

Galer Düzünde bizi bir çay ziyafeti bekliyor.

Programa göre çay molasından sonra dolmuşumuza binip Ayder’e döneceğiz ama içimizde yeşile karşı öyle bir açlık var ki yorgunluğumuzu duymazdan gelip yürümeye devam ediyoruz.

Ayder’e yaklaşırken kaç tane su akarına, kaç tane şelaleye rastladık bilmiyorum ama bize küresel ısınmayı unutturan bu manzaraları gördükçe, kendimize arka fon yapıp boy boy resim çekildik, su görgüsüzlüğü bu olsa gerek .
Ayder’e yaklaşırken Sevdalılar Kayasını da kadraja almak için tam fotoğraf makinemi hazırlıyordum ki bir de baktım kayanın üstünde bir aile piknik yapıyor, bu duruma bozulmam çok uzun sürmüyor, kayanın üzerindeki aileye sadece “meraba” dememiz, ailenin elinde avcunda ne varsa bizimle paylaşmasına yetiyor. Tam sevgili Sema, kayanın tepesine çıkmış, ailenin sofrasına oturacakken müdahale ediyoruz, neme lazım, bir daha Karadeniz’e gelmeye yüzümüz olsun değil mi? Ben diyorum, Doğu Karadeniz insanı bambaşka!

Ayder girişindeki Gelintülü Şelalesini de doyasıya seyredip pansiyonumuza geliyoruz.

Yarın programda Avusor Yaylası var..



1 yorum:

Adsız dedi ki...

Buralar ne güzel böyle,bidahakı gezinize bizide alın lütven.cevap beklıyorum
sema