15 Mart 2009 Pazar

Doğu Karadeniz 2007 (Black Sea Region Journey, 2007) - Avusor Yaylası (Plateau Avusor)

Avusor Yaylası (04.09.2007)

Bugün orta zorlukta bir yürüyüş bekliyor bizi. Avusor Köyüne kadar araçla varıp oradan 2600 metre yükseklikteki Avusor gölüne (Kemerli Göl- Büyük Göl) tırmanacağız. Avusor Yaylası Lazların kullandığı tek yaylaymış. Avusor Köyüne kadar araçla gidiyoruz ama ruhum dışarda, ormanlık alan bitene kadar yine gözümü dışardan alamıyorum. Aman Allahım! Burada yer şekiller, bitki ve sudan ibaret. Köy yaklaşık 50 haneden oluşuyor, ahşap ev oldukça az sayıda, evler genellikle taştan ve boyut olarak oldukça küçük, çığ tehlikesi nedeniyle böyle bir mimari tercih edilmiş olabilir. Köy, kendi elektriğini üretebilecek bir santrale de sahip.

Göl için, “Hemen şu görünen düzlüğün üstünde” diyor rehberimiz, o düzlüğe vardığımızda hedefi ortalarda görememek ilk hayal kırıklığı atağını yaşatıyor. N’apalım Avusor Köyü fonlu fotoğraflar çekerek soluklanıyoruz.

Hafif eğimli rampa çok da uzun sürmüyor yeniden dik eğimli bir bölgeyi tırmanmaya başlıyoruz. Oksijen seviyesi giderek düştüğünden midir nedir, molalar giderek sıklaşmaya başlıyor. Herkes kendine seçtiği en az eğimli rotalardan dura kalka , çapraz yürüyüşle tırmanışa devam ediyor. Çok şükür ki yokuşun sonunda yeniden hafif eğimli arazi başlıyor. Ama göl hala ortalarda yok. “Bu gölü niye bu kadar yukarı yapmışlar, kim taşımış bu gölü yukarıya!” gibi iç isyanları bastırmaya çalışıyorum bir yandan da. Hafif eğimli rampa bir süre sonra tamamen düzlüğe bırakıyor kendini ve ince bir hat halinde göl görünüyor. Göl suyu ısısı yaklaşık 9-10 derece ama buna rağmen mayosu olan kendini tutamıyor. Bir kere yayla suyunun tadına varmışız, suya girmeden dönmek olmaz.

Ben de mayosunu unutmuş biri olaraktan öyle kenarda mazlum mazlum girenleri seyredip , fotoğrafladım. Özkan’ın "Buda'nın tipik oturuşu" pozisyonunda dalışı fotoğraf adına günümü kurtardı desem yeridir.

Bazı arkadaşlarımız hızlarını alamayıp gölün biraz daha yukarısındaki buzula kadar yürüdüler. Yukarıda keçilerle de buluşup horon teptikleri söyleniyor.

Kumanyalar yenilip, gölün kenarında biraz uyukladıktan sonra yeniden geri dönüş yoluna düşüyoruz. Dönüşte sakatlanma riski olmasa neredeyse yuvarlanarak ineceğiz köye.

Yukarıdaki fotoğrafın kamera arkası

Köyde bizi Paşaali Amca bekliyor. Çayevinde oğlunun kitaplarını önüne almış, kendi yazdığı şiirlerin bulunduğu defteri de eline, tüm grup toplanıncaya kadar tek kelime etmiyor, bize daha çok kendi şiirlerinden okuyor. Hele siyasetçiler için yazdığı şiirlerle bizi kırıp geçiriyor.

Provası olmaz hayatın
Ne yeniden yaşamak mümkün geçmişi,
Ne de yaşananları silebilmek.
Mühim olan;
Zifiri karanlıkta güneşi görebilmek

Adem Karagöz (Paşaali Amca’nın oğlu)

Paşaali Amcaya teşekkür edip yeniden dolmuşumuza yollanıyoruz.
Yolda bir de ne görelim! Sis tabakası Hala Vadisini kaplamış, muhteşem bir görsellik sunuyor.. Neyse ki sevgili Celal arabayı nerede durduracağını çok iyi biliyor. Bu muhteşem manzarayı fotoğraflamadan gidersem gözüm açık giderdi.

Bugün de kararlıyız, hala yeşile doyamadık, ormanlık alana girildikten sonra yürüyerek Ayder’e varmayı planlıyoruz, herkes aynı fikirde olunca rehbere çok fazla seçenek kalmıyor J. Yaşasın! Araba yolu yerine kestirme olduğunu söylediği bir patikadan indirecek bizi, bu daha fazla yeşil, daha riskli bir yürüyüş demek. Patikanın yol ayrımına gelmeden, yaylaya çıkarken gördüğüm şelaleye gelince, gene fotoğraf damarım tutuyor, toplum içinde olduğumu unutup, arabayı durdurması için yalvarır bir dille konuşmaya başlıyorum Celal’le, sevgili Celal beni kırmayıp , çocukla çocuk olduğun için çooook teşekkürler.. Tropik bir ormandaymışsın hissi veren bu manzaranın karşısında mest oldum diyebilirim.

Patika, dağ yamacında ince bir yol, yan taraf dik eğimli.

Dünya tatlısı bir çift; Nilgün ve Volkan..

Yine sık sık karşımıza şelale ve arıklar çıkıyor, ilk defa burayı biz keşfetmişiz gibi seviniyorum her şelalede. Giderek sis çökmeye başlarken bir köye geliyoruz.

Köyde oyalanmadan yeniden patikalardan dik bir inişe geçiyoruz.

Pansiyona gelindiğinde, herkes pansiyon yoluna dönerken biz Ayder merkezine doğru yürüyüşe devam ediyoruz. Mayo getirmedim ya, kaplıcanın yanındaki dükkanlarda mayo satılabileceği umuduyla aşağıya iniyoruz. Ayder’in tek caddesinde sisin verdiği esrarengiz ambiyansda biraz da gergin bir şekilde yürüyoruz. Artık ayaklarımız isyan ediyor. Mayomuzu bulduk ama dönüş yolu dik, yokuş yukarı nasıl gideceğimizi düşünüyoruz kara kara. Yolda bir dolmuşa el ediyoruz, durur durmaz hazine bulmuş gibi koşuyoruz arabaya. Arabayı kullanan, buranın yerlisiymiş, alışveriş yaptığımız marketin sahipleriymiş meğer. Eşimle kısa bir diyalog geçiyor aralarında:
Eşim Doğu Karadeniz insanın alicenaplığından, yardımseverliğinden öyle şaşalı bahsediyor ki herhalde beyefendi de yoluna biz çıktık diye içinden dua ediyordur J.
“Burada dışarıdan yerleşim yok, hepsi kendi halkımız, o yüzden bozulmadan kalabildi” diyor. Ayder’in bir tatil köyü havasına girdiği doğru ama insanının hala özünü koruduğu, turizm yozlaşmasına yenik düşmediği de bir gerçek..

Maran Gıda sahiplerine binlerce kere dua ve teşekkür edip pansiyonumuza varıyoruz.

Bugün akşam yemeğinde yöresel bir yemek var, laz böreği. Cehaletin gözü kör olsun işte. Önce sıradan bir börek sandığımdan, karnım da tıka basa doyduğundan gelen böreği geri gönderiyorum, “aaa bu tatlı” deyince birileri, geri istiyorum böreğimi. Methettikleri kadar varmış, laz böreği yufka ve muhallebiden yapılan bir tür tatlıymış aslında. Tarifini de kısaca yazıveriyim:


Malzemeler:
7 yumurta, 7 su bardağı süt, 5 kaşık tereyağı, 1.5 su bardağı şeker, 1.5 kahve fincanı nişasta, 1.5 kahve fincanı pirinç unu, alabildiği kadar buğday unu, tuz.Yapılışı:
Bir kase su, iki kaşık tereyağı, bir yumurta sarısı, az tuz, bir iki damla zeytinyağı ve alabildiğince un katılarak yoğrulur ve on dört parçaya bölünür. Bu on dört parça ile laz böreğinin on dört yufkası açılır.Yapraklar arasına konacak muhallebinin yapılışı: Süt ve şeker kaynatildıktan sonra az tuz konur, ayrı bir kapta pirinç unu veya nişasta, dört yumurta sarısı, bir bardak soğuk su ile iyice çırpılır, kaynayan süte karıştırılarak ilave edilir. Piştikten sonra bir tutam karabiber serpilir.Yedi hamur tek tek açılır ve her bir yaprağına tereyağı sürülerek tepsiye dizilir, üzerine önceden hazırlanmış olan muhallebi soğuk olarak dökülür. Geriye kalan yedi hamurda tek tek açılarak ve tereyağı sürülerek muhallebinin üzerine dizilir. Arzu edilen şekilde kesilir, üzerine tereyağı gezdirilerek fırına verilir.Bir buçuk bardak şeker, bir bardak su ile hazırlanan ilik şurup, fırından çıkan böreğin üzerine dökülür. Fındık veya cevizle süslendikten sonra ılık olarak servis yapılır.

Hiç yorum yok: