29 Mart 2009 Pazar

Doğu Karadeniz Turu - Huser Yaylası


07.09.2007

Bugün yayla çıkışında araç kullanılmayacak, pansiyondan çıkar çıkmaz tırmanmaya başlıyoruz


Huser zirve 2500 metrede, bizim de 1200 metrede olduğumuz düşünülürse 1300 metrelik bir rakım bizi bekliyor. Neyse ki dik olan kısmı orman içinden yürüyerek aşacağız, hem dik eğim hem de yakıcı güneş hiç çekilmezdi.

Ayder'i gerilerde bırakmışız..

İlk etap biraz zorlasa da doğanın nimetleri , hayatımda yediğim en aromatik böğürtlenler, sonuna kadar dayanmamıza yardımcı oluyor. Bir daha böylesini bulamayız diye bazen rotadan çıkıp ormana daldığımızda rehberimizin gür sesi ile yeniden hizaya giriyoruz. En dik kısmı çıktıktan sonra daha az meyilli, ahududu bağı sandığımız açık bir araziye gelindiğinde rehberimiz, geri dönmek isteyen var mı diye nabız yokluyor.

Anlaşılan, rehberimiz bizi hala yakinen tanıyamadı, bir an böyle bir şeyi aklından geçirmesi bile ne büyük hata! Bir gün önce şişen kızaran bir başparmak sahibi olsam da, Huser zirvesini göremeden geri dönmeyi kendime yakıştıramıyorum.
Bu düzlüğün hemen yukarısı araba yoluymuş meğer, meğer en kolay kısmı yeni başlıyormuş, bundan sonra araç yolunu takiben devam edeceğiz.

Zirvede bir sürprizle karşılaşıyoruz. Rehberimiz Alp burada bir çay bahçesi var dediğinde, "çok şakacı çocuk bu Alp!" diye geçirdim içimden. Küçük bir tepeyi aşınca şaka maka olmadığını anlıyoruz.



Çay bahçesinin işleticisi Asım küçük bir kulubede kalıyor, bizim gibi yolu buralara kazara ya da bilerek düşen şaşkın turistleri tam tekmil ağırlıyor. Neler mi yapıyor, önce o dağın başında hayal bile edemeyeceğimiz güzel bir çay demliyor bize. Sonra da bir tulum resitali ile zirve sevincini eğlenceye çeviriyor.

Asım yazları burada kalıp bu bahçeyle ilgileniyormuş, kışları da üniversitesinde, kamu yönetimi 3. sınıf öğrencisi..

Volkan aşağıdaki grupla kaldığı için Nilgün çok üzgün, masanın altından bir türlü çıkmak istemiyor. Anca eline verdiğimiz lolipoplarla sakinleştirebiliyoruz Nilgün’ü. Bir ara horonun ortasında gördüğümü hatırlıyorum onu ama benim ki kesin göz yanılmasıdır, kızcağız yasta, ne işi var horonda canım!


Çayımızı ve kumanyamızı midemize indirirken dört bir yanımızında bulut denizleri ile sarıldığını keyifle izliyoruz. Yok böyle bir gerçek, hayatımda ilk defa ayağım yere basarken bulutların üstündeyim, rüya gibi bir ortam..

Tulum sesini duyar duymaz horon oynamayı bilen arkadaşlarım yorgunluk denen kelimeyi anında lugatlarından silip hemen bir sıra oluveriyorlar.. Gerçi horon bilmeyenler bile bu hipnotize edici sese kayısız kalamıyor ya.. :)

Zirvede manzara saniyeler içinde değişiyor, Kaçkar zirvesi bir görünüp bir kayboluyor,
Horonlar oynanıp, çaylar içildikten sonra bu güzellikleri bırakıp gitme vakti geliyor. Ayak başparmağımı daha fazla riske atmaya gerek yok diye düşünüp yoldan araç geçerse Ayder’e arabayla inmeyi kafama koyuyorum, Semacım da sağolsun bana eşlik ediyor. Nihayetinde dik yokuşlarda inişler daha tehlikeli ve sakatlık riski daha fazla, zaten sis de var, etrafı da göremeyeceğiz, aklımıza yatıyor araba ile inme işi. Yolda hemen bir dolmuş çevriliyor, grupla vedalaşıp kendimizi dolmuşun konforlu koltuklarına bırakıyoruz. Bizi alan şöför beyin akrabaları varmış yolumuzun üstünde, çay demlemişler, "hadi gelin çay içelim sonra indiririm" sizi deyince biz de seve seve kabül ediyoruz. Yoldan biraz daha yukarıya, yine patika yoldan bir yayla evine çıkıyoruz. Önce evin önünde havadan sudan bir hoşbeşden sonra merakla evin içine yöneliyoruz. İçerisi oldukça karanlık, ama bir o kadar da sıcak, ortada sürekli yanan bir kuzine, hem ocak hem soba görevini görüyor. Evdeki tek bayan, Huriye bize yayla suyuyla yeni demlediği çayından ikram ediyor.


Sevgili Huriye hayatında ilk defa gördüğü halde, öyle sıcak karşılıyor ki bizi.. Akşama da Huriye’ye e-mail ile resimleri göndereceğime dair söz veriyorum. Bu candan ağırlama ve sıcak muhabbet, hoş bir anı olarak yer ediyor dimağlarımızda..


Erken gelmişiz ya pansiyona, günü doldurmak lazım, yemeğe kadar vakti etkili değerlendirmek adına Ayder Kaplıcalarının yolunu tutuyoruz. Kaplıcaların yayıldığı alan oldukça geniş, ayrı aile odaları ve umumi kullanılan havuz ve hamam tarzı bölmeler var. Havuz kısmı kişi başı 6 YTL, odalar 25 YTL. Havuz kısmı akşam üzeri olduğu için çok da temiz sayılmaz ama kaplıca suyunun kıvamı yumuşacık. 50 derece sıcaklıktaki su kaslarımıza çok iyi geliyor, bir de hamam sefası yapıp kaplıcadan ayrılıyoruz. Tek derdimiz kaplıcadan pansiyona kadar nasıl yürüyeceğimiz şimdi.. Yavaş yavaş yürüsek mi yoksa bir vasıtayı durdursak mı ikilemlerini yaşıyorduk ki birden bir mucize oldu. Rehberlerimizden birinin arabayla pansiyon yönünden aşağı doğru geldiğini gördük, dönüşte bizi alacağını işaret etti, en azından biz öyle algılamak istedik. :)

Varır varmaz Celal’e bizim için aşağıya araba gönderdiği için ne kadar düşünceli olduğunu söyleyip teşekkür ediyorum. Onun cevap verip hayallerimi yıkmasına izin vermeden teşekkür edip yanından ayrılıyorum hemen. :)

Akşam slayt gösterisi var, dün ve bugüne ait resimlerimizi projektörde izleyeceğiz. Önce Nilgün’ün çok düşünceli bir yüz ifadesinin yakalandığı bir fotoğrafı görünce doğal olarak herkes Nilgün’ün yarı yoldan geri dönen eşi Volkan için yas tuttuğunu düşünüyor ama seri olarak alınan 2. fotoğrafda Nilgün’ün elindeki domatesi fark ediyorsunuz, Nilgün’ün tek düşündüğü domatesin neresinden ısıracağıymış.. :)))

Hiç yorum yok: