07.09.2007
Bugün yayla çıkışında araç kullanılmayacak, pansiyondan çıkar çıkmaz tırmanmaya başlıyoruz
Bugün yayla çıkışında araç kullanılmayacak, pansiyondan çıkar çıkmaz tırmanmaya başlıyoruz

Ayder'i gerilerde bırakmışız..
İlk etap biraz zorlasa da doğanın nimetleri , hayatımda yediğim en aromatik böğürtlenler, sonuna kadar dayanmamıza yardımcı oluyor. Bir daha böylesini bulamayız diye bazen rotadan çıkıp ormana daldığımızda rehberimizin gür sesi ile yeniden hizaya giriyoruz. En dik kısmı çıktıktan sonra daha az meyilli, ahududu bağı sandığımız açık bir araziye gelindiğinde rehberimiz, geri dönmek isteyen var mı diye nabız yokluyor.
Anlaşılan, rehberimiz bizi hala yakinen tanıyamadı, bir an böyle bir şeyi aklından geçirmesi bile ne büyük hata! Bir gün önce şişen kızaran bir başparmak sahibi olsam da, Huser zirvesini göremeden geri dönmeyi kendime yakıştıramıyorum.
Bu düzlüğün hemen yukarısı araba yoluymuş meğer, meğer en kolay kısmı yeni başlıyormuş, bundan sonra araç yolunu takiben devam edeceğiz.
Zirvede bir sürprizle karşılaşıyoruz. Rehberimiz Alp burada bir çay bahçesi var dediğinde, "çok şakacı çocuk bu Alp!" diye geçirdim içimden. Küçük bir tepeyi aşınca şaka maka olmadığını anlıyoruz.

Asım yazları burada kalıp bu bahçeyle ilgileniyormuş, kışları da üniversitesinde, kamu yönetimi 3. sınıf öğrencisi..
Volkan aşağıdaki grupla kaldığı için Nilgün çok üzgün, masanın altından bir türlü çıkmak istemiyor. Anca eline verdiğimiz lolipoplarla sakinleştirebiliyoruz Nilgün’ü. Bir ara horonun ortasında gördüğümü hatırlıyorum onu ama benim ki kesin göz yanılmasıdır, kızcağız yasta, ne işi var horonda canım!

Tulum sesini duyar duymaz horon oynamayı bilen arkadaşlarım yorgunluk denen kelimeyi anında lugatlarından silip hemen bir sıra oluveriyorlar.. Gerçi horon bilmeyenler bile bu hipnotize edici sese kayısız kalamıyor ya.. :)
Zirvede manzara saniyeler içinde değişiyor, Kaçkar zirvesi bir görünüp bir kayboluyor,
Horonlar oynanıp, çaylar içildikten sonra bu güzellikleri bırakıp gitme vakti geliyor. Ayak başparmağımı daha fazla riske atmaya gerek yok diye düşünüp yoldan araç geçerse Ayder’e arabayla inmeyi kafama koyuyorum, Semacım da sağolsun bana eşlik ediyor. Nihayetinde dik yokuşlarda inişler daha tehlikeli ve sakatlık riski daha fazla, zaten sis de var, etrafı da göremeyeceğiz, aklımıza yatıyor araba ile inme işi. Yolda hemen bir dolmuş çevriliyor, grupla vedalaşıp kendimizi dolmuşun konforlu koltuklarına bırakıyoruz. Bizi alan şöför beyin akrabaları varmış yolumuzun üstünde, çay demlemişler, "hadi gelin çay içelim sonra indiririm" sizi deyince biz de seve seve kabül ediyoruz. Yoldan biraz daha yukarıya, yine patika yoldan bir yayla evine çıkıyoruz. Önce evin önünde havadan sudan bir hoşbeşden sonra merakla evin içine yöneliyoruz. İçerisi oldukça karanlık, ama bir o kadar da sıcak, ortada sürekli yanan bir kuzine, hem ocak hem soba görevini görüyor. Evdeki tek bayan, Huriye bize yayla suyuyla yeni demlediği çayından ikram ediyor.


Varır varmaz Celal’e bizim için aşağıya araba gönderdiği için ne kadar düşünceli olduğunu söyleyip teşekkür ediyorum. Onun cevap verip hayallerimi yıkmasına izin vermeden teşekkür edip yanından ayrılıyorum hemen. :)
Akşam slayt gösterisi var, dün ve bugüne ait resimlerimizi projektörde izleyeceğiz. Önce Nilgün’ün çok düşünceli bir yüz ifadesinin yakalandığı bir fotoğrafı görünce doğal olarak herkes Nilgün’ün yarı yoldan geri dönen eşi Volkan için yas tuttuğunu düşünüyor ama seri olarak alınan 2. fotoğrafda Nilgün’ün elindeki domatesi fark ediyorsunuz, Nilgün’ün tek düşündüğü domatesin neresinden ısıracağıymış.. :)))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder