Evlerin hemen yanıbaşlarında aslen kiler olarak kullanılan ama dışarıdan daha çok bahçe süsü gibi duran bu evciklere de serender deniliyor, Karadeniz'e has bir mimari yapı.. Şimdilerde şehirde fonksiyonelliğinden çok görselliğin dolayı bahçe dekoru olarak kullanılıyor..
En son durağımız Fırtına Deresi, Dağ Raft tesisleri.. Akşamdan su sığ diye rafting yapmayız diye karar almışız, yanımızda yedek giyecek falan yok. Herkes kendine bir köşe bulacak, rafting yapacak diğer grup gelene kadar vakit geçireceğiz. Nesibe, rafting olayından biraz çekindiği için hiç sesini çıkarmıyor ama Sema aynı metaneti gösteremiyor, "neden yapmıyoruz rafting" diye ağladı ağlayacak. Nilgünse ondan geri kalır değil, küçük Emrah bakışları ile dolaşıp duruyor ortalıklarda..
Rafting süresince oyalacak birşeyler bulmuşlar bile..

Kıyamam ben onlara, Özkan’la çocukların haline daha fazla dayanamayıp fikrimizi değiştiriyoruz. "Rafting yapılacak" denildiğinde yüzlerindeki sevinci görmeliydiniz ama çığlıkları duymasanız da olur, biz duyduk, hala kulaklarım uğulduyor.
Şişme yelekler ve kasklar giyiliyor, lastik ayakkabılar maalesef herkesin ayağına yetecek kadar yok, kimimiz her iki ayağına da sağ giymiş, kimimizin iki ayak numarası farklı. :)
Bir kişi rafting konusunda bizi bilgilendiriyor, botta nasıl oturulması gerektiği, küreklerin nasıl tutulması gerektiği, komutların anlamı, emniyet kuralları.. vs.
Önce arkası açık bir kamyonete sıkış tepiş biniyoruz, botlarımız da ayrı bir kasada arkadan bizi takip ediyor. Rafting başlangıç noktasına geldiğimizde heyecan hat safhada. Malum su debisinin en az olduğu aylardayız, düşme riski minimal ama düşersek yaralanma riski çok fazla. Daha önce bottan düşmüş biri olarak çok rahatım aslında..
Botumuz 6 kişilik, rehber ayakta arkada bizi yönlendiriyor, botun takıldığı yerlerde bottan inip bota yön vererek çıkmaz yerlerden çıkmasını sağlıyor. Herkes gereğinden fazla enerjik, "mutlaka diğer iki botu geçmeliyiz, şampiyon biz olmalıyız!" savıyla çıkıyoruz yola, bağırmaktan ses tellerimiz kopma raddesine geliyor. Bir ara botun yarı yarıya yan geldiği bir yerde su akıntısının çenemin hemen altından geçtiğini fark ediyorum, bir an yedek kıyafet sorunum geliyor aklıma, minik bir panik yaşıyorum, suyun detoks etkisinden olsa gerek bu panik saniye sürmeden "amaaan dünya yıkılsa umrumda değil" moduna geri dönüyorum. :)
Aaa bir de bakıyorum önümüzdeki bot kenara çekmiş, bizim rehber de bizim botu kenara çekmeye çalışıyor, bir an "bu kadar mıydı" diye geçiriyorum içimden ama neyse ki sonradan öğreniyorum sadece mola için durmuşuz. Molanın idrakına varana kadar bizden önce varanların kürekleri ile sıçrattıkları sularla bir güzel banyo yaptırılıyoruz. Buralarda adetmiş bu, ilk gelen sonradan gelenleri ıslatırmış, biz de bottan iner inmez diğer botu karşılamak için küreklerimizle hazırola geçiyoruz, görev disipliniyle..
Doğu Karadeniz'e has bu geleneği fazlasıyla tuttum ve yaşatmak için dernek bile kurabilirim :))
Molada bir de oyun oynanıyormuş, rafting baş rehberi bizi bir daire yaptı önce. Eline aldı bir düdük, "düt" deyince sağdakinin küreğini yaklayacağız, kürekleri yere düşüren yanacak, "düt düt" deyince soldakinin küreğini yakalayacağız, 3 kere düt denilince de kürek yere düşmeden kendi etrafımızda 360 derece döneceğiz. Derken 2 defa küreği düşürmeme rağmen, bir şekilde farkedilmeyerek finale kalmayı başarıyorum, bunu da şimdi burada itiraf ediyorum, kıs kıs :))) Diğer finalistin eşim Özkan olduğuna sevineyim mi üzüleyim mi bilemiyorum taa ki bir ödül vaad edilene kadar, her halükarda ödül ailede kalacak :)) Finaldekilerin yapması gereken biraz dengede kalabilmek o kadar, sistem çok basit görünüyor başta gözüme. Elimizdeki küreği dik tutacağız, küreğin ucuna, yani yukarıya bakarak 20 defa kendi etrafımızda dönüp sonra küreği yere bırakacağız , en sonunda da küreğin bir sağında bir solunda 5 defa tek ayak üstünde sekeceğiz.
Küreğe bakarak dönme safhasında denge sistemim alt üst olmuş vaziyette, "eğer dereye gidersem beni tutun" diye bağırdığımı hatırlıyorum bir tek, dışarıdan bir hizada dengede durmaya çalışan kör zil zurna bir sarhoşu izlediğinizi hayal edin. Eğer dönerken bir defa düşmüş olmasaydım kesin birinci bendim ama eşimin de ikinci gelerek gururunun incinmesine izin veremezdim tabii, birinciliği ona hediye ediverdim. Olsun yabancı sayılmaz. Ben de Özkan’la gurur duyarım bugün.. :)
Islak olduğumuzdan her yanımız kum içinde, neyseki rakip botun yolcuları, geride kalmayı hazmedemediklerinden, her yanlarından geçişimizde bizi bir güzel suluyorlar da duş almadan kumlardan kurtuluyoruz. Parkur 9 km. Bağırıp çağırmaktan, düşüp kalkmaktan bu mesafenin nasıl katedildiğini fark edemiyoruz. Ve işte en sonunda finaldeyiz ama bizden önce bir bot varmış bile, neden birinci olamadık diye çamur atacak birilerini arıyoruz. Yok önümüzdeki botta 4 kişi varmış, hafifmiş, yok bizim rehber bizi iyi yönlendirememiş, yok öndeki botun motoru varmış.. Bir kere kazanma hırsı bürümüş olmasın gözleri, şu insanoğlunun yapmayacağı cirkeflik yok canım! :)))
Finalde gene botlardan iner inmez küreklere sarılıyoruz. Geleni ıslatma geleneğini yaşatıyoruz, başka günahımız yok. Bir ara gözlerimi kapattım, bir sağa bir sola su atıyorum (gözümü kapattığım için kimi ıslatıyorum farkında değilim, büyük ihtimalle karavana), ama birileri de beni gayet farkında olarak güzelce yıkıyor.
O an dünyanın durduğu andı, çocukluğuma döndüğüm andı ve günün en güzel dakikaları idi. "İşte özgürlük bu!" diyorum, burada kimse amir-memur, kimse hanımefendi, beyefendi değil, herkes hesapsızca üstünü kirleten küçük çocuk.. Bir nevi kendinden geçme halinden sonra gelen pis koku ile gerçek dünyaya dönüyoruz. Yakın bir yerlerden dereye kanalizasyon suyu karışma ihtimali üzerinde spekülasyonlar yapılsa da kimin umrunda neyin içinde yüzdüğü.. Ruhsal arınma yaşamışız yenice, daha ne hijyeni isteyelim ki! :)
Sırılsıklam bir sürü insan, yine aynı araca doluşup geri dönüyoruz ama bu defa herkesin yüzündeki ifade bambaşka. İyi ki de bunu yaşamışız diyoruz. Tek düşündüğüm Mustafa ağabeyin (şöförümüz) bu halde bizi arabasına alıp almayacağı. Dağ Raft tesislerine geldiğimizde, herkes yedek kıyafetlerini giyerken, ben ve Nilgün arayış içindeyiz. Diğer grubun rehberi Muhammed’in yedek şortu olmasaydı ve Volkan’ın yedek pantolonu olmasaydı Nilgünle halimiz nice olurdu bilemiyorum.
Raft sonrası dansı :)

Muhammed'in rehberlik yaptığı grup da rafting yapacak, bizim dönmemizi beklerken buluyoruz onları. Yeterli lastik ayakkabı olmadığından soyunma kabininde ayakkabılar için sürekli taciz ediliyoruz. Artık dayanamayıp lastikleri veriyorum.
Özkan’ın bir ayağındaki 43, diğer ayağındaki lastik ayakkabı 46 numara, diğer gruptan bir beye verdiğinde bey, "ayakkabıların tam ayağına uyduğunu" söylüyor. :))
Sevgili Nilgün pantolonu üstünden düşmesin diye sürekli eli yanda gezmek zorunda, bol pantolonu ve boyundan geçmeli çapraz kemeri ile yeni bir trend doğmasına da vesile olurken bize bir rap şovu da yapmayı ihmal etmiyor. Yalvar yakar Özkan’ın da nabzına göre bir müzik bulunuyor ve bir şov da ondan alıyoruz. Artık çaylar içilmiş, üstlerimiz kurulanmış gitme vakti geldi. Doğru müziği buldukları için bizim onlara minnettar kalıp teşekkür etmemiz gerekirken , tesis çalışanları dans şovu için gelip bizlere teşekkür ediyorlar. Bu Doğu Karadeniz’in insanı bambaşka diyorum ben size !
Akşam yemekte alabalık var, alabalığın favori balığım olmamasına rağmen geldiğimden beri yediğim en güzel ana yemek olduğunu düşünüyorum. Balığı iyi pişiriyorlar Allah için ..